Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kıymetli dostlar! Cenab-ı Hakk’ın yolunda ümitsiz olmayacağız. Evet, Allah Teâlâ’dan ümidimizi kesmemek gerekir. Ama sadece ümit etmekle kalmayıp, gerçekten gayretimizi ortaya koymak üzere Cenab-ı Hakk’ın kelamını dinleyeceğiz “Semi’na ve ata’na” (İşittik ve itaat ettik) diyeceğiz.

        “İşittik ve itaat ettik...” Ne kadar acayip bir söz değil mi! Acayip derken tuhaf manasında değil, birçok hakikati içerisinde barındırması sebebiyle acayip bir söz. Demek ki insanın işitmeyi talep etmesi, söylenileni dinlemesi ve kalbindekini tasdik etmesiyle itaat hemen gerçekleşiyor. Kalben duyduklarını reddetmekle de insan hemen asi bile olabiliyor. Ama Cenab-ı Hakk işitip isyan edenleri nazarımıza verirken, onlara merhametle muamelesini gözlerimizin önüne sererken, ayrıca “İtaat ettik” diyenlere karşı hemen nasıl nakdî bir muhabbetin indiğine de işaret ediyor.

        Halbuki bir insan işittiğinde hemen itaat ettiği belli olur mu? Bu söz, içerisinde bir başka hakikati de barındırıyor. Sözü dinlerkenki halimiz aslında bizim itaatimizi ele veriyor.

        Bunun üzerine biraz düşünelim. Mesela Allah (CC) hepimizi korusun; bir gıybeti, iftirayı, her türlü dedikoduyu dinlerken bir insan aslında pasif değil aktiftir. Çünkü o dinleyen kulak, konuşana çanak tutmuş demektir, ona teşnedir, onun anlatmasını beklemektedir.

        O halde gerek isyanı gerek hakikati olsun dinleyen bir kulak neyi dinliyorsa aslında ona itaat etmiştir. Hakikati dinlemeyen, kulağıyla kalbini oraya veremeyen bir kişi, içindeki ve kalbini saran kendi benlik sesiyle kapkaranlık bir halde kendisine itaat etmiş olur. Her isyanda bir itaat, her itaatte aslında bir isyan, bir karşı çıkma vardır.

        İNSANA VERİLEN EMANET

        Dolayısıyla insan zalim ve cahildir. Ama aynı zamanda Allah’ın (CC) verdiği emanete sahiptir. Neden? Çünkü insan Cenab-ı Hakk’ın yokluk saltanatına, ademiyyete, “kün” emrinden evvelki âleme talip olarak veya o hakiki vuslatı, dileyerek öyle bir nuranî bir şekle bürünür ki, Allah Teâlâ’nın nakışlarına karşı kendinden hiçbir nakış ilâve bile etmez.

        Bir şeyin halisi olması için gayrısında ne varsa gitmesi lâzımdır. Saf olabilmesi, som halini bulabilmesi için fazlalıklardan temizlenmesi lâzımdır. Cenab-ı Hakk bize emaneti yükleyerek o emanet içerisinde başka şeylere cahil olunabilecek, başka şeyleri hiç tanımayacak kadar zalim olunabilecek bir aşkın peşinden koştuğumuzu anlatmıyor mu?

        Emaneti hakkıyla yerine vermek icap ettiğini ve emanete ihanet etmeyecek şekilde ehline verilmesi gerektiğini bizzat beyan eder Hazret-i Allah (CC.) Dağların, taşların, semavatın bu emanete gözü açık bir hale gelip de taşıyamayacak halde olmaları ve hatta vahy-i ilâhînin tesirini bizatihi işitse ve Cenab-ı Hakk’ın kendisine muhatap olduğunu işitse, taş gibi sert olan, dağ gibi zirveler yapan benliğinde yükselmiş ve her şeye yukarıdan bakanların bile bir tevazuya düşecek ve un ufak olacak, yerlerde toz haline gelecek şekle bürünmesi, ibret nazarlarımıza verilip de “En az bir dağ kadar bizim de bu heybet karşısında titrememiz gerekmiyor mu?” sualine hepimiz mazhar oluyoruz.

        ALLAH’I (CC) ZİKRETMEK, EFENDİMİZ’E (SAS) SALAT Ü SELAM GETİRMEK

        Allah Teâlâ öyle büyüktür ki; biz O’nu (CC) istemezden evvel O (CC) bize isteyecek bir hal nasip etmiştir. Biz daha ortada yok idik. O (CC) hiç ihtiyacı olmadığı halde bizleri halk eyledi. Halk eylerken, yaratırken dahi bizi boş bırakmadı. O’na (CC) müştak olacak şekilde bizi yarattı. Hem içeriden bize bu cevheri verdi hem de dışarıdan.

        Güzellikleri güzel, çirkinlikleri çirkin görebilecek hale getirdi. Kerim Mevlâ bunu yaparken hiçbir kâr gütmedi, karşılık beklemedi. Yaptığımız ibadetlerden de Allah’ın (CC) hazinesinde bir artış olmadı.

        Tefsir dersi yapan birine denk gelmiştim seneler evvel. İnşirah Suresi’ndeki “Ve rafa’na leke zikrak” (Senin şanını yüceltmedik mi?) ayet-i kerimesinde öyle bir şey söyledi ki insanın yüzünün feri kaçıyor, hakikaten hayretler içerisinde seyrediyor.

        Bu kişi tefsir dersinde, “Evet yükseltti. Bakın bunca insan salât u selâm okuyor, bunca insan Efendimiz’e teşekkür ediyor, dua ediyor, böylece Efendimiz’in şanı yüceliyor!” diyor.

        Böyle bir şey mümkün olabilir mi dostlar? Haşa insanların hepsi bir araya geldi, onlar mı yükseltti Efendimiz’in (SAS) şanını. Allah (CC) ezelden kelam-ı kadîminde ve mahlûk olmayan kelâmında “ve rafa’na leke zikrak” buyurduğunda, “Yükseltmedik mi?” derken esasen “Yükselttik” demektedir.

        Yani Allah Teala mealen biz aciz kullarına şöyle buyurmuştur:

        “Siz ansanız da anmasanız da O’na (SAS) ben kâfiyim. O’nun (SAS) için, ‘Muhakkak ki Allah’ın Resul’üdür’ diye ferman eylemişim. O’nu (SAS) tasdik eylemişim ve bu tasdiki bu âleme şamil eylemişim, cümle âleme ilan eylemişim. O’nu (SAS) kimse zikretmezse onları helâk eder, O’nu (SAS) zikreden bir toplum hâlk ederim. İnsanların zikirleri O’nun (SAS) şanını artırmak için değildir. Kullar benim işimi görür. Kullar benim muradıma göre işlerini yaparlar. Ben kâinata emretmişim ‘O Nebi’yi (SAS) zikredecek, O’nun (SAS) şanını fehmedeceksiniz!’ diye.”

        İşte böyledir dostlar. Kim bu zikre tabi oluyorsa Allah’ın (CC) bu yüceltme işinde bulunmuş, o şanslı zümreden olmuş demektir. Bizim zikretmemizle ne Allah’ın (CC) mülküne bir şey eklenir ne de Efendimiz’in (SAS) şanı artar.

        Cenab-ı Hakk cümlemizi bu hakikatin farkında olarak kendisini zikreden ve Efendimiz’e (SAS) salat ü selam eden kullarından eylesin. Amin.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar