Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu sabah yağmur var Bilbao'da. Yaklaşık bir saat sonra Netflix'in 16 Kasım'da tüm dünyada yayınlanacak yeni dizisi Narcos: Mexico'nun iki yıldızı Diego Luna ve Michael Peña ile bulaşacağız. Kaldığım otelle röportajı yapacağımız otelin arası yürüyerek 10 dakika. Zaten İspanya'nın kuzeyinde, Bask Bölgesi'nde, Atlas Okyanusu ve Fransa'ya komşu sanayi kenti Bilbao avuç içi kadar; her yer yürüyerek 10 dakikaymış gibi geliyor insana...

        Ünlü mimar Frank Gehry imzalı Guggenheim Müzesi manzaralı Nervion Nehri kıyısında yürüyüp, ahmak ıslatan yağmurunda ıslanarak, heyecanımı biraz olsun dindirebileceğimi düşündüğümden 10 dakikalık yol için 1 saat erken çıktım otelden.

        Nehir kıyısında köpeklerini dolaştıran, ya da sabah koşusuna çıkanlar yanımdan gelip geçerken ben, 2001 yılında Londra'da Diego Luna'yı, daha doğrusu onun oynadığı Y Tu Mama Tambien filmini, ilk gördüğüm günü düşünüyorum... Akılları fikirleri kız arkadaşlarıyla sevişmek ve penislerinden konuşmak olan Tenoch ile Julio'nun, Tenoch'un kuzeninin karısıyla, var olmayan bir sahile doğru, çıktıkları yolculuğu anlatan enfes filmi...

        Bugünlerde herkesin yeni filmi Roma'yı öve öve bitiremediği Meksikalı yönetmen Alfonso Cuarón'un ilk filmlerinden Y Tu Mama Tambien'in özünü perdede gördüklerimiz değil, kahramanlarının akıllarından geçirdikleri oluşturuyor...

        Tıpkı bu sabah Bilbao'da nehir boyunca bir aşağı bir yukarı yürüyen bir turist gibi görünen benim, kafamın içinde çorbaya dönen düşüncelerim gibi...

        Bana 10 dakika gibi gelen 1 saatin ardından Diego Luna ve Michael Peña ile buluşacağımız Gran Hotel Domine'nin kapısındayım ve de adam akıllı ıslağım...

        5 DAKİKADA KAÇ SORU SORULABİLİR?

        Otelin bir katı Narcos: Mexico için kapatılmış. Video röportaj için bekleme odasında İngiltere'den Dubai'ye, Fransa'dan Belçika'ya 10'dan fazla gazeteci var. Bir bu kadar, belki de daha fazla, gazeteci de öğleden sonraki seansta gruplar halinde iki oyuncuyla görüşecek...

        Üzerinde envai çeşit sandviç, kruvasan, kek, meyve, içecekler ve çay-kahve makinası olan masa odanın en popüler köşesi.

        Bense bir sandalyeye tünemiş içimden aklımda kalan tek İngilizce cümleyi tekrarlayıp duruyorum: “My name is Kadir!” Çünkü saçlarımın ıslaklığından unuttuğum heyecanım ayna karşısında röportaja hazırlık için yüzünü pudralayan gazeteciyi görünce geri döndü az önce. Adam bir yandan burnuna pudramsı bir şeyler sürüyor bir yandan da bana dönmüş, “Işıklar, gölgeler he he...” diyor. Ben bildiğimi unutmuş, Notting Hill'de röportaj yapılan otele Julia Roberts'ı görmeye giden 'Horse and Hound dergisi muhabiri' Hugh Grant gibi boş boş ortalıkta gezinirken bir başka muhabir hazırladığı 3 sayfa dolusu sorunun üzerini renkli kalemlerle çiziyor!

        Kiki Camarena'yı Michael Pena canlandırıyor...
        Kiki Camarena'yı Michael Pena canlandırıyor...

        “Altı üstü 5'er dakikalık iki röportajda kaç soru sorulabilir ki?” diye düşünüp dururken bir yandan da camdan Guggenheim'ın önünde müzeyi bekleyen Jeff Koons'un dev çiçek köpeği Puppy'e bakıyordum ki adımın söylendiğini duydum.

        Ve işte o beklenen an gelmişti...

        Odadan çıktık. Geniş bir salonda iki kameraman, bir makyöz, “5 dakikanız var son 1 dakika kaldığında ben sizi ikaz edeceğim” diyen bir adam ve kocaman Narcos: Mexico panosu önünde oturan Michael Peña beni bekliyordu.

        TÜRKİYE'DE HANGİ DİLİ KONUŞUYORSUNUZ?

        Doğrusu daha şişman olduğunu düşünüyordum. Ama gayet fitti ve çok hızlı konuşuyordu! Bu tarz bir röportajı ilk kez yapacağımı ve biraz heyecanlı olduğumu söylediğimde birbiri ardına o kadar çok kelime söyledi ki sadece “Cool man”i anladım...

        Gece otelde, televizyonda Burak Özçivit'li Kara Sevda'nın İspanyolca tanıtımını izlediğim için, acaba hiç Türk dizisi ya da filmi izledimi diye sormayı düşünüyordum ki, Peña, “Türkiye'de hangi dili konuşuyorsunuz?” dedi.

        Gittiğini düşündüğüm heyecanım geri geldi; Özçivit ve Kara Sevda sorusunu tekmeleyerek kafamdan çıkardı!..

        Türkçe konuştuğumuzu ve Türkçe'nin dünyanın en eski dillerinden biri olduğunu geveledim... O yine bir şeyler söyledi. Umarım iyi bir şeylerdi çünkü ne dediğini hatırlamıyorum.

        “Sette çekimde olmak mı yoksa gazetecilerin aynı sıkıcı sorularını cevaplamak mı daha zor?” dedim...

        “Bize para vermelerinin nedeni bu, oyunculuk bedavaya geliyor” diye espri yaptı; komik adam vesselam...

        Birçok aktörün işlerinin en sıkıcı tarafının bu PR günleri olduğunu söylerken Pena öyle olmadığını düşünüyormuş: “Oyunculuk yaparken karşındakine odaklanıyorsunuz. Dinlemekle ilgili bir şey burada ise sadece konuşuyorsun. Ve çoğu zaman da aynı sorular oluyor. Bu orijinal bir soruydu mesala...”

        “Eyvallah Michael'cığım” İngilizce söyleyemediğim için 'iltifat' havada asılı kaldı bir süre...

        DİZİLER FİLMLERLE YARIŞIYORLAR

        Dizinin yapımcısı Eric Newman'la ilk temasları 3 yıl önce olmuş. Newman, Narcos'un dördüncü sezonunda onun için de bir rol olduğunu söylemiş. Aradan 1.5 yıl geçtikten sonra da “Başlıyoruz” diye aramış...

        İlk üç sezonunda ünlü uyuşturucu baronu Escobar ve Kolombiya'daki uyuşturucu kartellerini merkeze alan Narcos dördüncü sezonunda Meksika'ya taşınıyor. Ve bu kez öykünün ağırlığı biraz daha Michael Peña'nın canlandırdığı narkotik ajanı Kiki Camarena'nın üzerinde...

        Peña, “Aynı yazarlar ve yapımcılar var... 'Narcos: Mexico' 10 bölümlük bir roman gibi. Yeni olan hikayenin Meksika'ya taşınıyor olması...” diyor.

        Camarena için ABD'nin uyuşturucuyla mücadeledeki ilk 'şehidi' dendiğini okuduğumu söylüyorum. Kiki'nin gerçek bir insan olduğunu ve bunun kendisine rolü yorumlamak için çok da özgürlük tanımadığını, role hazırlanırken Kiki'nin eşi Mika Camarena ile görüştüğünü belirtip ekledi: “Kiki'nin kötü adamları yakalamak için neden hayatını ortaya koyduğunu anlamaya çalıştım. Mika, Kiki'yi Kiki yapan şeyleri anlattı. Onun her zaman adalet için savaştığını söyledi. Karmaşık insanlar bazen niyetlerinde basit olabilirler. Kiki o tür bir adamdı...”

        Daha iki soru sormuştum ki Michael Peña'nın sol omuzunun arkasında oturan adam parmağıyla “1 dakika” işaret yapmaya başladı.

        Son sorumu doğru düzgün hatırlamıyorum bile... Netflix'in sektörde değiştirdiği şeyler ve kendisi gibi birçok yıldızın dizilerde rol almasıyla ilgili bir şeylerdi. Netflix'in sektörde yaptığı şeyin harika olduğunu söyledi: “Asıl havalı şey filmlerin Narcos gibi dizilerle yarışması... Ve bu sağlıklı bir yarışma!”

        Michael Peña'ya şöyle kocaman sarılıp vedalaşmak istedim ama sadece el sıkıştık! Saniyeler sonra Diego Luna'nın salonunun önündeydim...

        Felix Gallardo rolünde Diego Luna var...
        Felix Gallardo rolünde Diego Luna var...

        FELIX GALLARDO BİR İŞADAMI!

        Michael Peña'ya soramadım ama Luna'ya dizi ekibinden Carlos Munoz Porta'nın çekimler için Meksika'nın cinayet oranı en yüksek bölgelerinden San Bartolo Actopan'da mekan bakarken öldürülmesiyle ilgili bir şeyler sorabilirim diye düşünürken kapı açıldı, içeri davet edildim.

        Diego Luna, telefonunda birilerine mesaj yazıyordu. Röportajları otomatiğe bağlamış gibi geldi bir an... Odaya yabancılaştım. Aklımdaki sorular uçup gitti, oluşan boşluğa lanet olası heyecanım gelip oturdu.

        Luna'nın karşısına otururken, Y Tu Mama Tambien'i ilk izlediğim günden ve benim favori filmlerinden biri olduğundan bahsettim bir çırpıda. Michael Peña'dan tecrübeliydim çünkü 5 dakika su gibi geçiyordu.

        1980'lerde Meksika'da uyuşturucu ticaretini yöneten Guadalajara kartelinin lideri Felix Gallardo'yu canlandıran Diego Luna, Gallardo'yu bir 'iş adamı' olarak gördüğünü söyledi. Narcos: Mexico'nın bir adamın bir başka adamı kovalamasıyla ilgili bir dizi olmadığını, toplumu, 'iş dünyası'nı ve kartelin yapısını, organizasyonun nasıl çalıştığını anlatmayla ilgilendiğini belirtti: “Escobar'la Gallardo arasında çok büyük bir fark var. Felix Gallardo bir işadamı olarak biliniyordu. Bütün olayı iş olarak gördü. Herkesin sistem için çalıştığı bir yapı kurabilseydi hiçbir hükümetin düşüremeyeceği bir yapı olurdu... Siyasetçiler, polis, ordu herkes aynı masadaydı. O da bir polisti ve o dünyayı çok iyi anlıyordu. Çiftlikte uyuşturucu ticaretiyle ilgili kararlar veren bir çiftçi gibi değildi...”

        BİR FOTOĞRAFTAN BİR ŞEY OLMAZ

        İlk üç sezonu Türkiye'de de büyük hit olan Narcos'un Escobar ve Felix Gallardo gibi mafya liderlerini, 'yücelttiği' yönündeki eleştirileri hatırlatıp “Ama sonuçta kötü bir adamdı...” dedim. “Beni yanlış anlama berbat bir adam...” deyip ekledi: “Narcos'un anlattığı şey bu adamın tek bir kişi olmadığı. O da sistem için çalışıyor. Tüm bunlar (Meksika'daki uyuşturucu kartelleri) hükümet işin içinde olmadan yaşanamazdı. Bu adamlar korkunç şeyler yapmış. Ama onlar bir sistemin parçası... Bu sezonun onları yücelttiğini düşünmüyorum. Size neden yaptıklarını anlatıyor... Ve ortaya bir soru atıyor. Meksika gibi ülkelerde, biz neyi yanlış yaptık da bu insanlar bu şekilde yaşıyor?”

        Goodfellas'ı çok sevdiğini ama hiçbir arkadaşını o filmi izlediği için bir otomobilin bagajına tıkmadığını söylerken kendi ülkesi Meksika'dan bu yöndeki tepkiler için Variety'e söyledikleri geliyor aklıma: “10 bölümün tamamını izlediğimde benim düşündüğüm tek şey o dünyaya ait olmak istemediğim, o dünyadan kimseyi tanımak istemediğim, bir bağımın olması istemediğim. Bütün görüşlere saygım var özellikle o şiddeti yaşayan Meksikalılar'ın görüşlerine ama 'Bunları konuşmayalım' diyenlere itiraz ediyorum. Bana göre bu çok çok tehlikeli...”

        “Sinema mı diziler mi?” ikilemi karşısından biraz romantik davranıp “Hala sinema” derken “Ama bugünün dizileri sinemanın almadığı riskleri alıyor” diye ekledi.

        Ve ben daha yeni ısınmışken “Süre bitti” uyarısı geldi.

        Ben odadan çıkarken o mesaj yazmaya devam ediyordu.

        KOCA BİR GÜNE BEDEL 40 DAKİKA

        Sanki bütün günümü o otelde geçirmişim gibi hissediyordum ama topu topu 40 dakika kalmıştım içeride. Dışarı çıktığımda yağmur dinmiş Guggenheim Müzesi'nin titanyum, cam ve kireçtaşından duvarları üzerinde güneş parlıyordu. Müzenin yanındaki merdivenlerden nehir kıyısına indim. Fransız sanatçı Louise Bourgeoi'in yaptığı 'Anne' adlı çelikten dev örümceğin kolları altından 'eski şehre' doğru yürüdüm.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar