Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her yılbaşında O. Henry öyküsü yazan Hıncal Uluç gibi ben de bu Sevgililer Günü’nde daha önce de yazdığım bir öyküyü yeniden yazmak istiyorum. Zaten bu ‘Sevgililer Günü’ belasını da başımıza o getirmedi mi! O yazmasa 14 Şubat'ların ‘cüce ay’ımızın tam yarısı olmaktan başka hiçbir özelliği olmayacaktı bizim için; neyse artık çok geç!

        Dedim ya bu öyküyü daha önce de bu köşede yazdım. Okuyanlar kızmasın, öykü o kadar güzel ki adeta bir ‘Neşeli Günler’... Her gün okusan bıkmazsın o derece...

        Şimdi, sevgilinize, eşinize hediye alamadıysanız ya da romantik bir akşam yemeği ayarlayamadıysanız üzülmeyin; Oktay Akbal’ın aşağıdaki öyküsünde ‘Aslı’ geçen yerlere ‘sevgilinizin’ adını yazıp ona verin ya da direkt siz okuyun... Para falan da istemiyorum hani, beleş romantizm işte. ;)

        Ha hayatınızda ‘Aslı’nın yerine koyacağınız bir isim yoksa eğer enseyi karartmayın; Allah’tan ümit kesilmez. Siz de önümüzdeki sevgililer günlerinde okursunuz; kesin saklayın...

        ***********

        BOŞ SEVİ

        KÜÇÜK bir penceresi vardı deniz gören. Vapurlar, sandallar, dalgalar hep onundu. Hep onundu mavili karalı gökyüzleri, yağmurlar, güneş ışınları. Onun için işlerdi tramvaylar, otomobiller. Çan sesleri, kornalar, esinler, dalga sesleri.

        Yeryüzünde kıpraşan, çırpınan ne varsa hep Aslı’nın dünyasına girsin, içinde yer etsin diyeydi. Kişiler, olaylar, görünüşler onda kazanırdı gerçek anlamlarını. Onda kaybederlerdi çirkin yönlerini. Doğa o baktığı için renk renk değişirdi. Gözlerini kapatsa dıştan gelen bütün izlemleri bir kat daha güzelleşmiş olarak içinde seyrederdi.

        Olanca duygusuyla yaşardı Aslı. Yeryüzüne yakışmaz bir düş yaratığıydı. Nereye gitse, nereye baksa kişiliğiyle orasını başkalaştırırdı. Hayatın, yaşamanın tek bir anlamı, değeri varsa o da Aslı’nın içinde yaşamasıydı.

        Sanki bir rıhtım caddesi boyunca akşamüstleri yürümese, kalabalık vapurların güvertelerinde oturmasa, küçük penceresinden başını uzatıp denize bakmasa, bulutları bir bir seyretmese bu şehri bir acılık, bir boşluk örterdi. Şehrin aydınlığı ondan geliyordu. Kişinin mutluluğu, sevinci ondan. Aslı’ydı yaşamayı yaşama yapan. Nefes aldırıp verdiren. Güldüren, konuşturan, şiirler yazdıran, romanlar doldurtan, Aslı’ydı. İstanbul'un güzelliği dedikleri. Sürüp gelen sürüp giden eşsizlikler, yücelikler. O var olduğu için yaşanırdı ancak.

        Aşkın kendisiydi bir bakıma Aslı. Aşkın bir yönüydü. Kişileşmiş aşk anlamının bir yönüydü. Aslı’yı böyle düşünürdü hep... Onun yanındayken yalnız gözlerine, ellerine bakardı. Saçma sözler söylerdi. Ne diyeceğini şaşırırdı. Utanır sıkılırdı hiç yoktan. Yanı başında bulunması yeterdi. “Aslı” demesi yeterdi mutluluğuna...

        Odanın içinde ne ilişse gözüne “Aslı” derdi. Aslı yolda, Aslı geliyor. Aslı tramvaydan indi, Aslı yazlık pabuçlarını giymiş... Adını sorsalar bilmezdi artık...

        Bir ufak penceresi vardı Aslı’nın deniz gören. Vapurlar, sandallar hep onundu. Mutluluk yaşama sevinci, aşklar, özlemler, umutlar Aslı’nındı. Aslı demekti. Aslı hayatın yaşamaya değen nesi varsa topluyordu özünde...

        Oktay Akbal

        (Adam Düzyazı Klasikleri serisinde Semih Gümüş’ün derlediği ‘Aşk Öyküleri’ kitabından kısaltılmıştır.)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar