Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siz de benim gibi bir şarkıya takıldığında suyunu çıkarana kadar dinleyenlerden misiniz? Bazen günlerce aynı şarkıyı dinlediğim oluyor. Bir hastalık gibi, elinden kurtulamıyorum şarkının... Gece uykularımdan uyandırıyor, o derece işte!

        Ama sonra sanki hiç yokmuş gibi kaybolup gidiyor. Yıllar sonra TV’de ya da radyoda karşıma çıktığında, bütün o tutkulu ilişki aramızda hiç yaşanmamış gibi, yüzümde hafif bir tebessümle kanalı değiştiriyorum.

        Hayattaki her şeyi bir nedene bağlamak için ömürlerini laboratuvarlarda geçiren bilim insanları, yememiş içmemiş insanların neden bir şarkıyı ‘öldürene’ kadar dinleyip sonra da bir kenara attıklarını araştırmış.

        U2 DİNLEMEK ‘COOL’DU

        Sheffield Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, beynin bir tarafı şarkıda bizi heyecanlandıran bölümü depolarken bir diğer tarafı da o an geldiğinde ‘endorfin’ salgılıyormuş. Ve bir şarkıyı defalarca dinlediğimizde, çok tanıdık gelmeye başladığından salgılanan ‘mutluluk hormonu’ da azalıyormuş.

        Önceki gün U2’nun ‘The Joshua Tree’ albümünün 30. yılı için çıktığı turnenin ilk konserini Kanada’da verdiğini okurken, uzun süredir beynimin bir köşesinde yığınla anının arasında kirli tozlu duran bazı notalar sağa sola koşuşturmaya başladı. Uzun süredir kapısı açılmayan beynimdeki ‘endorfin deposunun’ paslı kapısı kımıldadı...

        Tam da bu noktada Nick Hornby’nin 31 Şarkı kitabında Rod Stewart hakkında söylediklerini U2 için tekrarlamak istiyorum: “Şimdi buna inanmak zor ama 1980’ler ile 1990’ların başında U2 hayranı olmak bugün ne bileyim bir Radiohead (ya da bugün kime hayran olmak en ‘cool’ şeyse artık:) hayranı olmak gibi havalı bir şeydi.”

        Millet diskolarda Madonna’yla Michael Jackson’la falan tepinirken çift kaset çalarlı bir teypte başa sara sara ‘Where The Streets Have No Name’ dinlemek sizi ‘sürü’den ayıran bir şeydi. Daha doğrusu ben öyle düşünüyordum ve bu konuda kimin ne düşündüğü de umrumda değildi.

        Lisede Aykut’un evindeki kola-çerezli partilerde millet ‘La Isla Bonita’yla sağa sola sallanırken teybin başına geçip ‘With or Without You’ çalıp ‘dünyanın en iyi şarkısını ben biliyorum’ havalarında salonun bir kenarına çekilmekten daha cool bir şey yoktu emin olun...

        NE ARADIĞIMIZI BULDUK MU?

        Üniversitede Mecidiyeköy- Bostancı otobüsünde başımı cama dayayıp ‘walkmen’de ‘Mysterious Ways’i, ‘Until the End of the World’ü, tam Boğaz’ın üzerinde ‘One’ı dinlerken beynimin salgıladığı ‘endorfin’i yeniden bulurum belki diye Youtube’da ‘The Joshua Tree’ turnesinin ilk konserinden görüntüleri izledim dün.

        30 yıl önce U2’nun bir konserini rüyada bile göremezdik. Televizyonda ayda yılda bir klibine denk geldiğimde ya da ‘Blue Jean’de haberlerini gördüğümde bayağı heyecanlandığımı hatırlıyorum.

        Tanışmamızdan 14 yıl sonra Londra’da Earl’s Court’ta birkaç metre ilerimde Bono, birkaç gün önce ölen babası için, ‘Kite’ı söylerken ben 80’lerde evin baş köşesinde duran çift kaset çalarlı teybi düşünüyordum.

        Şimdi 40’lı yaşlarımın ortasında koltuğa uzanmış, avuç içi kadar bir telefonda, konserden birkaç saat sonra milyon tane değişik açından çekilmiş görüntülerle U2 izliyorum.

        30 yıl geriye bakıp onca anının arasında sizi mutlu eden bir şeyleri hatırlamak çok da kolay olmuyormuş bugün anlıyorum...

        U2 eski U2 değil, ben ‘olmaktan en korkutuğum adama dönüştüm...’ Onlar buldu mu bilmiyorum ama ben hâlâ ne aradığımı bilmeden ortalıkta dolaşıp duruyorum. Beynimdeki ‘endorfin’ odasının anahtarını nereye koyduysam artık bulamıyorum!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar