Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle tekrar 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini inceleme fırsatım oldu. Dünyada bu kadar belirsizlik, savaş, göç ve insan hakları ihlalleri varken neredeyse 70 yıl sonra böyle bir beyannamenin içeriğini daha iyi anlamış ve yaşıyor olmamızı dilerdim.

        Beyanname 1941 yılında bugünkü ABD Başkanı’ndan çok farklı düşünen başka bir ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in Dört Özgürlük Söylevi konuşmasından ilham alınarak hazırlanmış. Roosevelt insanların sahip olması gereken dört özgürlüğün altını çizmiş: konuşma ve ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, yoksulluktan kurtulma özgürlüğü ve korkudan kurtulma özgürlüğü. BM bunları genişleterek 30 tane temel hak ve özgürlük belirlemiş ve bu belgeye imza atan devletlere de bu hakları gerçekleştirme görevlerini yüklemiş. Türkiye Beyannameyi kabul eden ilk 48 ülke arasında.

        HER BİREY EŞİTTİR

        Beyanname insan haklarının evrensel olduğunu vurgular, yani kültürlere göre değişken ve farklılık gösteren haklar olmadığını söyler. Her birey nerede doğarsa doğsun eşittir ve eşit haklara sahiptir. Günümüzde farklı ülkelerin sığınmacılara, kadınlara ve azınlıklara olan davranışlarını değerlendirdiğimizde en temel hakların bile hala ihlal edildiğini görebiliriz, özellikle de insan haklarını savunduğunu söyleyen Batı’da. Sığınmacılarına şiddet gösteren de var, siyahi vatandaşlarını polis şiddetiyle öldüren de. İnsan hakları ihlalleri dünyanın neresinde olursanız olun oldukça yaygındır.

        İnsan hakları sadece kağıt üstünde mi kaldı diye düşündüğümüz bu günlerde böyle bir belgenin varlığının bile ülkeler için belirli kısıtlamalar, yükümlülükler ve uluslararası baskı yarattığını hatırlayalım. Dünya düzeni sadece ekonomik veya askeri güç tarafından belirlenmemektedir, fikirler ve normlar da çok önemlidir. Suudi Arabistan’da kadınlara oy hakkının verilmesi de böyle bir uluslararası baskı sonucu gerçekleşmiştir. Umudumuzu kaybetmek yerine böyle belgelere ve onları yaratan anlayışa sahip çıkalım.

        Mağdurlar genelde toplumun en görünmez olanlarıdır, onları korumak ve onların seslerini duyurmak bir birey olarak bizim görevimiz, devletlerin de uluslararası sorumluluğudur.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar