Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SABAH güneşinin tül perdelerin arasında oynaşan ışığına bakıp annemin uyanmasını bekliyorum. Bağırsam uyanır, tepesine gitsem uyanır, kalksam aç karnına yalınayak evde gezinsem bir faydası yok... Işık oyunlarına katılıyorum. Ellerimle gözlerimi kapatıp açıyorum, parmaklarımla kendime yeni gölgeler yaratıyorum. Karşıdaki duvar da benim oyun alanım. Oraya yansıyan ışığı ben idare ediyorum. Güneş parladıkça gözlerimi kırpıştırıyorum ama yenilmiyorum. Gözlerimi tamamen kapatamayacak...

        TÜKÜRÜKLÜ ÖPMESENE!

        Annem sesleniyor. "Uyandın mı?" Gün başlıyor böylece. Zoraki bir kahvaltı, ağzımın içinde çiğnedikçe büyüyen lokmalara inat hazır olmam lazım hemen. Dedem gelip beni alacak ya...

        Akşamüzerine kadar gezip dolaşıyoruz birlikte. O dünyanın en güzel dedesi. Yanlışlıkla bir şeyi beğendiğimi anlamasın diye tavşan balonlara bile göz ucuyla bakıyorum. Tüh! Onu da anlıyor. Kırmızı, yarı şeffaf bir tavşanım oluyor. Ömrünün bir gün olduğunu nereden bileyim, hep benimle olacak sanıyorum o tavşanın. Ama neyse, bu yaşımda hâlâ unutmadığıma göre zaten benimleymiş...

        Dedemin olan Itır Büfe'de dönerli sandviçimi yiyip eve dönüyorum. Arada neler neler oluyor. Ben hiçbirini olaydan saymıyorum. Koca koca insanlarla öylesine konuşuyorum.

        "Gülümse!" denilince kameralara öyle bir sırıtıyorum ki korku filmi öğesi kız çocuklarına benziyorum (bunu da yıllar sonra anlayacağım). Beni şapır şupur öpenlere de o muhteşem sırıtmamla karşılık verip arkalarını döndükleri anda yanağımı siliveriyorum.

        Manasız yakınlıklardan, 4 yaşında olmama rağmen hoşlanmıyorum. Oysa sıcak biriyim. Annemin kucağına tırmanmayı seviyorum, babamın izinli gününde koşa koşa koynuna atlıyor birlikte uyukluyorum, dev gibi dedemin bacaklarına dolanıyorum. Ama yakınlığım olmayan insanlarla yaşanan gündelik zırvalıklardan hoşlanmıyorum.

        YAŞI OLMAYANLARI SEVİYORUM

        Arkadaşlarımdan biri mahallenin kasabı. Onu arkadaş olarak seçmemin sebebi ortak noktamız; yani kedilere düşkünlüğümüz.

        Bir başkası Moda Parkı'ndaki çekirdekçi amca. Neredeyse dedem yaşında. Onunla arkadaşlığımın sebebi de onunla, parktaki çocuklarla konuşamadığım gibi konuşabilmem.

        Hayattaki ilk arkadaşımın bir kaplumbağa olduğunu düşünürsek bunlar normal. "Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum" demiş Tezer Özlü. Valla ben de! Kendimi olduğum gibi kabul ediyorum ve buyrun itiraf ediyorum: Ben çok fena insan seçiyorum. Herkese de tavsiye ederim. Az olsun benim olsun.

        'Ben bir roman yazıyorum da'

        Yaşar Kemal, bayramda Can Dündar'la telefonlaşmış. "Ben Cumhuriyet'ten kovulunca romancı oldum" demiş. İşsiz kalınca ya da gazeteden ayrılınca insan romancı olabilir mi emin değilim. Ama herkesin yazmakla ilişkisi özeldir.

        Memurluk hayatında yüzlerce şiir yazmış ünlü şairler de var, çalışırken hiç yazamayan da... Yazmak için "kendine ait bir oda"ya ihtiyaç duyan da var, sokakta yazabilen de... Şunu söyleyebilirim ki; neyi nasıl ne zaman ne biçimde yapacağınız hakkında yardım alamazsınız. Ancak yazmaya başladıktan, romanı kafanızda bitirdikten (ki genellikle değişir) sonra yardım alabilirsiniz. İyi romancıların en yakın dostları tarih boyunca editörleri olmuştur.

        Bana sürekli dosya, roman taslağı gelir. Ancak ne öyle bir zamanım var ne de öyle bir şey yapma isteğim... Bu, zor ve profesyonel bir iştir. "Dosyama bir baksanız n'olcak" demeyin. Yazacaksanız kendinize, işini her şeyden çok seven bir editör bulun ve hakkını verin.

        Ha bir de hayatta neyi çok istediğinize doğru karar verin. Engin Günaydın çok güzel bir laf etmiş egoistokur.com'a: "Arzu bir kabuk gibi sırtına yapışıyor insanın, gerçekleşmediğinde".

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar