Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sosyal medyayı kasıp kavuran Türkiye’nin otomobili konusundaki gereksiz tartışmaları izliyor musunuz? Konuya hiç kafası basmadığı halde “Biz yaparız ulan, yapamazsınız diyenin anasını avradını...” diyen tayfayla, sanki otomobili yapacak olanlar bu küfürbaz tayfaymış gibi bunlara cevap yetiştiren ve her haltı bildiğini zanneden zevat başka pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da kavgaya tutuşmuş durumda. Ciddiye almamak lazım da, konu dönüp dolaşıp aynı yere geldiği için, doğru bilinen yanlışları da kayıt altına almakta sayısız fayda var.

        Türkiye’de Devrim dışında yapılmış bir yerli otomobil girişimi hiç olmadı. Devrim otomobili Batı’ya yenilip rafa kalkmadı, tam aksine, ‘Bizden bir numara olmaz’ diye düşünen Doğu kafasına yenildi. Anadol’u ise yapanlar dahil, kimse yerli otomobil saymadı. Ama ismi gerçekten çok güzeldi. Dayağı göze alıp hakikati söylemek gerekirse, Anadol ya da Anadolu ismi de köken itibarıyla Türkçe değildir. Batımızdaki Yunanlıların, topraklarımızın yönünü belirtmek için kullandığı Yunanca bir kelimedir ve “Doğu” manasına gelir. Ama artık İstanbul gibi Türk’leşmiş, Türkçe’leşmiş ve herkesi duygulandıran anlamları da yüklenmiş bir kelimedir.

        O yüzden bir yerli otomobilimiz olursa hakkı Ford-Otosan’da olan Anadol ismini satın alıp kullanmanın da bir mahsuru yoktur. Bu yerli otomobil girişimi aynı zamanda Batı’ya karşı bir “Bölgesel çıkış” olarak algılandığına göre, “Doğu” manasına da gelen bir marka çok da güzel ve isabetli olabilir ayrıca.

        Sosyal medya üzerinden yürüyen ve bu projede gerçekten fikri olan herkese sayıp sövmeye kadar varan itiş kakış hakkında da birkaç kelam etmek gerekiyor.

        Mesela konunun gerçekten uzmanı bir isim “Bu işi elbette yaparız ama bu tür işleri sürekli yapabilir hale gelmemiz için eğitim sistemimizi gözden geçirmemiz, matematik, fizik öğrenmemiz gerekir” diyor, küfür yiyor. Bir başkası konuya daha duygusal bakıp “Milli mesele yapmalıyız” diyor o da zılgıtı yiyor.

        Neyse ki konuyu aklı başında ve işini bilen insanlar da konuşuyor. Kaldı ki bunca tartışılan bir konu gerek ülke, gerekse taşın altına elini koyan şirketler için zarar anlamına gelecekse yapılmayabilir de. Çünkü her girişim başarılı olacaktır diye bir şart da yok. Buradaki asıl kazanç hiç girişilmemiş bir iş için kafa yorulmaya, eldeki imkânların yeterli olup olmayacağına bakılmaya başlanmış olmasıdır.

        Memleketimizde ortaya yeni bir fikir çıktığında, fikri ortaya atanlar bu fikre sıcak bakmayanlar tarafından çoğu zaman ‘memleket gerçeklerini’ görmeye davet edilirler. Fikri kendine yabancı bulan kalabalık, fikir sahibini ‘gerçekleri’ görmeye davet eder. Burada ‘gerçeklikten’ kasıt o fikre yabancı ya da uzak olan kalabalığın ‘görüşleridir’. Evet, fikirler gerçekliğe ne kadar yaklaşırsa, o kadar hayata geçme imkânı bulurlar, ama eğer bir memlekette ‘gerçeklik’ de fikirlere doğru yaklaşmaya çaba harcarsa işte o zaman da huzur olur. Huzur olan memlekette de otomobil üretilemese bile, en azından “Trafikte yol vermedin” diye cinayet işlenmez.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar