Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Trafiğe çıkan araç sayısını Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri eşliğinde, güncel bilgilerle net bir şekilde görmek mümkün. Sadece trafiğe çıkan araç sayısını değil, ithal ve ihraç kalemlerini, üretimi de görmek mümkün, ancak TÜİK’in elindeki verileri biraz daha ayrıntılı hale getirerek servis etmesi halinde daha sağlıklı değerlendirme yapmak mümkün olabilir. Mesela kayıtlı araç sayısı kasımda bir önceki ay ekime göre % 0.43 artarak, 22 milyon 134 bin 792’ye çıkmış. Kasımda trafiğe kaydı yapılan toplam 109 bin 319 taşıt içinde otomobil % 63.3 ile ilk sırada yer almış. Ancak artış hızı mevsimsel etkilerle ekim ayının gerisinde kalmış.

        Ocak-kasım döneminde 1 milyon 144 bin 407 taşıt trafiğe kaydedilirken, aynı dönemde 100 bin 39 taşıtın ise trafikten kaydı silinmiş, ama kamu tarafında ne kadar silindiği yok. Kamudaki araç sayısının ayrı bir bölümde ele alınarak ve ithal/ihraç ayrımı da yapılarak incelenmesi gerektiğini birkaç defa bu köşede gündeme getirdiğimden, TÜİK’in son verilerindeki bu eksiklik dikkatimi çekti. Zira halen daha en önemli ithal oto kullanıcısı konumunda kamunun olmaması gerekir. Yerli sanayinin gelişimi için, istihdam için, katma değer için ve yeni yatırımları teşvik için kamuda ithal otonun sınırlanması şart.

        Mesela, trafiğe kaydı yapılan 69 bin 181 otomobilin % 14.4’ü yerli üretimi de olan Renault, ama % 12.5’i Türkiye’de hiçbir üretimi olmayan Volkswagen’e ait. Rakamlarla konu dikkate alındığında, trafiğe kayıtlı araçlarda ithal otolar açık ara birinci sırada yer almaktadır.

        Hâsılı TÜİK, ithal oto mevzusunun daha net görülebilmesi için verilerini biraz daha detaylandırmak durumunda. Hatta kamu ve özel kullanım ayrımı da yapılırsa, en azından devlet eliyle ithal ürünlerin teşvikinin önüne geçilebilmesi için bir arayış zemini oluşur.

        ***********

        3. HAVALİMANI NE KADAR DEĞİŞECEK?

        Yeni yılla birlikte 3. havalimanı için geri sayım da başlamış oldu. Bu sene, 29 Ekim 2018’de açılacak havalimanı için yaklaşık 10 aylık bir süre var. Yetişir mi, yetişmez mi? Sorunsuz bir şekilde geç açılması mı, yoksa verilen sözler sebebiyle acele edilmesi mi doğru? Bunu tartışmanın anlamı yok. Hatta havalimanını hizmete sokacak ekipler üzerinde psikolojik baskı oluşturmak da doğru değil. Ancak öyle görünüyor ki, ilginç bir taşınma olacak; havalimanını kullanacak havayollarının, lojistik destek sağlayan şirketlerin taşınması pek kolay olmayacak. Türk Hava Yolları’nın yeni havalimanında öncelikle diğer havayollarının faaliyete başlaması yönündeki talebi gündeme geldiğinde Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan ile birlikteydim. Bakan Arslan, “şirketler için önce veya sonra” diye bir şeyin söz konusu olamayacağını, tüm havayollarının aynı anda taşınacağını vurgulamıştı. Ancak neticede bu yöndeki talepler, yaşanması muhtemel bazı sorunlara işaret etmektedir. Endişelerin iyi tahlili gerekir. Havalimanını hizmete sokacak olan konsorsiyuma değil, meydanı kullanacak şirketlere odaklanılmasında fayda var.

        Dolayısıyla 3. havalimanını koruyacak olan dalgakıranın boyunun 100 metre uzatılacak olması, lale figürüyle “2016 Mimarlık” ödülüne layık görülen 90 metre yüksekliğindeki hava trafik kontrol kulesinin tasarımı yüzünden meydanın tamamına hâkim olamaması nedeniyle, farklı noktalarda 2 kule daha yapılacak olması hizmete giriş süresini fazla aksatmayacaktır. Hatta bunlara benzer başka değişiklikler, düzenlemeler de olabilir. Çünkü bazen tasarım ve başka kaygılar, yapılacak eserin asıl fonksiyonunu gözden kaçırtabiliyor.

        ***********

        TEK İRAN YOK, İKİ DEVLETLİ YAPI VAR

        İran’ı birkaç kez ziyaret ettim. En sonuncusu, gözaltına alındığım Eylül 2010’da yaptığım seyahatti. O tarihten sonra bir daha gitmek istemedim. Çünkü bu ülkede neye ve kime güveneceğime dair bir garanti yoktu. Zira İran’da gözaltına alındığım seyahat için bizzat İran devleti tarafından davet edilmiş, Tahran, İsfahan ve Şiraz’ı kapsayan programım da İran İstanbul Başkonsolosluğu tarafından yapılmıştı. İran’a Habertürk yazarı ve Airport programının yapımcısı olarak, 2 şapkamla ve yanımda bana eşlik eden kameramanımla gitmiştim.

        Bu gizemli ülkeye vardığımda önce Tahran’da turizm direktörlüğü yetkilileriyle görüşüp bir brifingle programı gözden geçirdik. Biz eşlik etmek için bir rehber tahsis edildi. Ayrıca rahatça çekim yapmak, incelemelerde bulunmak ve dolaşabilmek için de bir izin yazısı verildi.

        İlk önce Tahran’da rehberimizle birlikte çeşitli yerleri gezdik. Sonra İsfahan’a gitmek üzere Mehrabad Havalimanı’na geçtik. Rehberimiz bizim için havalimanı yetkilileriyle görüştü ve nerelerde çekim yapabileceğimize dair izinler aldı. Terminalin içinde görüntü almak için kamerayı kullanabileceğimiz, havalimanının dışında ise fotoğraf çekebileceğimiz söylendi. Çekimleri bitirip uçağa geçmek için otobüse binerek uçağın altına gittik. Dışarıda kameraya izin verilmediği için rehberimiz sadece fotoğraf çekeceğimizi bir kez daha hatırlattı. Ben de meydanda gördüğüm jumbo jet Boeing 747’leri çektim. Ve birileri ortaya çıktı, niçin fotoğraf çektiğimi sorguladı. Rehberimizi dinlemeden beni gözaltına aldılar. İsfahan’a ekip gitti, ben havalimanının altında bir odada 6 saat tutuldum. Türkiye’den en üst düzeyde girişimler neticesinde serbest bırakıldım. Gece de İsfahan’a uçtum. İşte bu olayla İran’daki paralel devletle yüzleşmiş oldum. Diğer ifadeyle İran’da direkt devleti temsil eden “dini lidere” bağlı olanlarla bu şekilde tanıştım.

        Günümüzde liberal kanadın temsilcisi olan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani İran resmi devletini, dini lidere bağlı olan diğer taraf “Devrim Muhafızları” ise devrimin oluşturduğu İran’ı temsil ediyor. Ve son söz hakkı da onlara ait. Öyle ki, devrimi temsil eden taraf, aynı zamanda ülkeye giriş-çıkışlarda son kontrolleri de yapıyor. Yani ülkeye insan ve mal girişi tamamıyla devrimi temsil edenlerin kontrolünde. Anlaşılacağı üzere istedikleri noktada ekonomiye de yön verebiliyorlar.

        Böyle bir yapıdaki İran’ın haliyle iç sorunları da farklı oluyor. İki ayrı devlet yapısı da meşruiyet kavgası ve çatışmalara neden oluyor. Öyle görülüyor ki, bu meşruiyet kavgası taraflardan biri diğerini tasfiye edene kadar devam edecek.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar