Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İki kişi. Bir yazar ve en sevdiği ressam. Yahut bir ressam ve en sevdiği yazar. Bundan üç yıl önce bir bahar öğleden sonra bir yayınevinin yazıhanesinde karşılaşıyor ve İstiklal Caddesi’nden başlayarak Harbiye’ye kadar yürüyorlar. Sohbet dönüp dolaşıp birlikte bir kitap yapma arzularına geliyor. O arzu bir fikre, fikir projeye, proje de nihayetinde gerçeğe dönüşüyor. Ortaya çıkan alıntı, illüstrasyon ve elyazmalarından oluşan kitap: “Sen Surat Okumayı Bilir misin?”

        Elimdeki küçük ve çok tatlı kitabın alt başlığı “Kara Kitap İçin Resimler”. Bir yürüyüş esnasında oluşmaya başlamış. Kara Kitap’ın ve daha birçok harikulade romanın yaratıcısı Orhan Pamuk, “Bu kitabı Selçuk’la birlikte düşündük, ruhu o ilk yürüyüşte çıktı ortaya” diye anlatıyor yazdığı önsözde. “Galatasaray’dan Taksim’e geldiğimizde, Kara Kitap’la ilgili bir şey yapmaya karar vermiştik. Kara Kitap’ın Taksim’de geçen en önemli sahnesi hangisidir? Kara Kitap’taki Taksim’in ne kadarı hakikidir; ne kadarı yazarın hayal ettiği şeydir? Benim hatıralarımla Selçuk’unkiler, onun çizgisiyle benim yazım ne kadar iç içe geçebilir? Selçuk’un Kara Kitap’ı sevdiğini; kendi resmetme mantığına, çizgisine yakın bulduğunu anlıyordum. Paris’e gidince o, Kara Kitap’ı yeniden okuyacak, bense yeniden düşünecektim. Kara Kitap’ın hepsini mi düşünmeliydik; yoksa bazı bölümlerini mi? Selçuk’un çizgisi, kaleminin ucu, benim kelimelerim arasında acaba nasıl kaybolabilirdi?”

        Pamuk ve Demirel, Paris’te birkaç kere buluşmuş ve her seferinde ilk günkü konuşmaların izinden başka yerlere gittiklerini fark etmişler. “Evine gittiğimde Selçuk’un kalemleri, fırçaları, boyaları ve kâğıtlarıyla meşgul olduğumu hatırlıyorum” diyor Pamuk. “Keşke ben de ressam olsaydım ve kendimi yazıyla değil çizgiyle, boyalarla ifade etseydim.” Anlaşılan bu düşüncenin yarattığı belirgin bir pişmanlık da var kitabın kalbinde. (Orhan Pamuk’un gençken ressam olmayı her şeyden çok istediğini yazılarından, röportajlarından biliyoruz.) Uzun lafın kısası, “Sen Surat Okumayı Bilir misin?” Kara Kitap’tan alıntıların Selçuk Demirel tarafından çizgiye, renge, şekle dönüştürülmesiyle ortaya çıkmış. Araya epeyce bir miktar hayranlık, zamanla güçlenen büyük bir dostluk ve belki makul ve sağlıklı miktarda bir kıskançlık girmiş, Orhan Pamuk’un elyazmaları ve “karalamaları” da elbette içeride yerini almış. Sonuç müthiş. Kara Kitap, malum, her cümlesiyle yeni kapılar aralayan, “ayna içinde yüzlerce ayna” gibi bir kitap. Onu bir ressamın gözüyle okumaksa şüphesiz enteresan bir deneyim. Anlatması zor, alın ve içinde kaybolun. Seveceksiniz. Son yorum yine Orhan Pamuk’tan gelsin: “Lütfen bir oturuşta okuyun bu kitabı. Kelimelerin ve resimlerin ruhunun aynı olduğuna inanan ve yazdıklarıyla çizdikleri birbirine kardeş olan biri yazar diğeri ressam iki kişinin kaleminden, fırçasından çıktı her şey...”

        MİTOLOJİ

        Joseph Campbell’ın mitoloji ve insan psikolojisi arasındaki güçlü bağa dair kitabı “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”, benzersiz bir eser. (Gerçi arka kapak yazısında “yazarın tüyleri diken diken edecek anlatımı”ndan bahsedilmesi biraz saçma olmuş. Tüylerin ürpermesi ile diken diken olması arasındaki muazzam farktan haberdar olmayanların sayısı giderek artıyor ve açıkçası bu da benim tüylerimi diken diken ediyor.) Her neyse, ben arka kapak yazısını bırakıp küçük bir özet sunmaya çalışayım: Amerikalı antropolog ve mitoloji uzmanı Joseph Campbell, hayatı boyunca insanlık tarihinin çeşitli dönemleri, kültürleri ve dinlerinden binlerce öyküyü, miti derinlemesine analiz ederek ortak noktalarını çıkardı. Döngü hepsinde aynıydı. Kahramanın alıştığı, bildiği, içinde rahat ettiği dünyayı terk etmek zorunda kalması ve daha karanlık ve tehlikeli bir dünyaya adım atmasına “Ayrılık” deniyordu ve bu ilk bölümdü. Ardından ikinci ana bölüm olan “Yolculuk” geliyordu, burada kahraman giderek zorlaşan bir dizi ağır sınavdan geçiyordu ve yendiği her düşman, kazandığı her sınav onun gerçek karakterinin göstergesi oluyordu. “Dönüş” adlı son bölüme gelince; kahraman her şeyin başlangıcına, evine dönüyor ama yanında mutlaka keşfettiği karanlık dünyaya ait bir şey getiriyordu. Campbell’ın “iksir” adını verdiği bu şey hem ona aslında ne kadar güçlü olduğunu hayatı boyunca hatırlatacaktı, hem de insanlık adına kurtarıcı bir işlevi olacaktı. Yukarıdaki çok sadeleştirilmiş özetle yetinmeyip kitabı okuyun bence. Campbell, insan yaşamının da bu döngüye bire bir uyduğunu ve hayatında türlü çeşit zorluğu aşan, karşısına çıkan irili ufaklı düşmanları yenen ve sonunda evine sağ salim dönen herkesin bir kahraman olduğunu söylüyor. Yeter ki iksiri getirmeyi unutmasın, yani başına gelenlerin etkisiyle olumlu yönde değişmeyi, dönüşmeyi becersin ve öğrendiklerini başkalarına aktarsın.

        PSİKOLOJİ

        “Sağlıklı kurtlar ve sağlıklı kadınlar belirli ruhsal karakteristikleri paylaşırlar. Keskin bir duyarlılık, oyuncu bir ruh ve yoğun bir kendini adama kapasitesi. Kurtlar ve kadınlar, doğaları, araştırıcılıkları, dayanıklı ve güçlü olmaları bakımından yakın akrabadırlar. Sezgileri çok güçlüdür, sürekli değişen koşullara uyum sağlamakta deneyimlidirler, tuttuklarını koparmalarının yanında çok da cesurdurlar. Ancak her ikisi de sürekli avlanmış, taciz edilmiş, dahası yanlış bir şekilde obur, sapkın, saldırgan ve hasımlarından daha değersiz olarak tanımlanmıştır. Hem vahşiliği hem de ruhun vahşi yanlarını yok eden, içgüdüsel olanın soyunu kurutan ve arkada iz bile bırakmayanlar için, ikisi de birer hedef haline gelmiştir. Kurtların ve kadınların kendilerini yanlış anlayanlar tarafından yok edilmesi çarpıcı bir benzerlik taşır.” Psikiyatr Clarissa Pinkola Estés, “Kurtlarla Koşan Kadınlar” adlı kitabında, kadınlar için yalın, uygulanabilir ve doğal çözümler öneriyor. 19. yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşundan ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkan Estés, kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi, yani yabanıllığı keşfetmek olduğunu söylüyor. En büyük yardımcısı, desteği de masallar. İnsanlığın ortak bilinçdışının aynaları saydığı masallar aracılığıyla kadın ruhunun derinliklerine iniyor ve birçok problemden kurtulmalarına yardımcı olacak “masal tadında” terapiler uyguluyor.

        ROMAN

        “Çok beğenseler ve yemek için can atsalar da genellikle insanlar açgözlü görünmemek ve son lokmayı diğerlerine bırakmış olmak düşüncesiyle tabaktaki son biberi almaya cesaret edemezlerdi. Böylece, içinde narın serinliğini, acitrón’un tadını, biberin acısını, cevizin yararlarını, akla gelmeyecek pek çok lezzeti barındıran bu harika biber el sürülmeden servis tabağında kalırdı. Aşkın tüm sırlarını içinde saklayan bu güzelim ceviz soslu biber dolmasına, görgü kurallarına uymak adına, kimse elini uzatmazdı.” Yemek pişirerek, yemek yiyerek, yemekler aracılığıyla aşk ilanı, tinsel ve tensel iletişim gerçekleşebilir mi? Laura Esquivel, içinde yemek tarifleri bulunan romanı “Acı Çikolata”yla bunun olabileceğini kanıtlıyor. Esquivel imkânsız bir aşkı yemek tarifleri ve kocakarı ilacı reçeteleriyle dile getiriyor; böylece yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam fesleğen, romanın her satırından fışkıran yakıcı aşkın simgesine dönüşüyor. Yazarın ironik, neşeli ve yumuşak dili, yaşam sevgisiyle tensel aşkı büyülü gerçekçiliğe bağlıyor. Güzel bir yaz gününü daha da güzelleştirecek bir kitap.

        HAFTANIN YENİLERİ

        Görme Biçimleri John Berger Metis Yayınları

        Kıymetini Bil Herşeyin John Berger Metis Yayınları

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar