Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gazeteci, editör Tolga Meriç’ten kalbe şiddetle ve şefkatle dokunan, okuyanın hayata bakışını değiştiren güçlü bir kitap. Epsilon Yayınları’ndan çıkan “Pati İzleri”, kediler arasında geçen bir hikâye çerçevesinde ayrılığın şifresini çözüyor

        Tolga Meriç, en yakın arkadaşlarımdan biri. Siz onu gazeteci ve editör olarak tanıyorsunuz. Ayrıca romancı İnci Aral’la, oyuncu-yazar İclal Aydın’la, şarkıcı Zerrin Özer’le ve ünlü ya da ünsüz daha birçok kişiyle kitaplar yaptı; kendi deyişiyle “sahneye koyucu” oldu, yazıyla yönetmenlik yaptı. Ve şimdi onu tanıyan herkesi şaşırtacak bir işle çıktı okur karşısına. İlk kitabını yazmıştı ve bu bir masaldı. Masal dediysem yanıltıcı olmayayım; “Küçük Prens” ne kadar masalsa, Tolga’nın kitabı da o kadar masal. Yani kalbe şiddetle ve şefkatle dokunan, dahası okuyanın hayata bakışını değiştiren güçlü bir kitap. Sevdiklerimizle aramızdaki o tuhaf bağı ele alıyor... Tolga’nın yazarlık kabiliyeti sayesinde bu bağın hem asla kopmadığını hatırlıyoruz içimiz ferahlayarak hem de bir gün kaçınılmaz olarak mutlaka kopacağını fark ederek ürperiyoruz. Sürprizi kaçırmadan, “Pati İzleri”nin can acıtıcı ve leziz yanlarını açık etmeden anlatabileceklerim bu kadar. Bu küçücük ama sarsıcı hikâyeyi okumanızı çok isterim. Ama tabii öncesinde yazarıyla konuştuklarımıza da göz atabilirsiniz.

        “Pati İzleri”nin sendeki hikâyesi nedir, Tolga?

        Kedileri tanıyanlar bilir: Anne kediler, zamanı gelince, hayatta kalabilsinler diye yavrularını tanımaz olur, onları hayata terk ederler. Keskin, tavizsiz, dönüşsüz bir ayrılıktır bu. Kitaptaki pati izleri, bu ayrılığın sevgiyle olan ilişkisine uzanıyor. Ama tabii bu sadece kitaptaki Bıdık’la annesinin değil, bütün anne kedilerle yavrularının, aslında bütün annelerle çocuklarının hikâyesi. Bendeki hikâyesiyse trajik. 1.5 yıl önce, İstanbul’un geçmişi de geleceği de yok eden kentsel dönüşümünden bunalıp kendim ve kedilerim için bahçeler düşleyerek Seferihisar’a taşındım. Kocaman bahçeli müstakil evlerden oluşan mahallemizde sevgili kedim Bıdık bir köpek tarafından öldürüldü. 1 yaşını yeni doldurmuştu, ölümü de bir çocuğun ölümü kadar inanılmaz ve ağır oldu. Onun ölümünden üç ay sonra da yazmaya başladım.

        Bıdık, dünya tatlısı, akıllısı, duyarlısı bir kedicik. Bitmek tükenmek bilmeyen merakı ve saflığı göz yaşartıcı...

        Marguerite Duras’ın çocuk kahramanları, etrafta acıklı bir şeyler döndüğünü sezdiklerinde usul usul şarkı söylemeye başlarlar. Yavru kedilerle, köpeklerde de vardır bu. Yolunda gitmeyen, acıklı şeylerin farkındadırlar ama hayatın güzelliklerine ya da kendi mutluluklarına, sevgilerine odaklanırlarsa her şeyin düzeleceğini umarlar. Bıdık da biraz öyle. Annesini, dünyayı, hayatı o kadar seviyor ki, bunun her şeye yeteceğine inanıyor. Ne var ki, bir doğa kanunu olarak karşı çıkılmaz bir ayrılık bekliyor onları. Anne, hayatı simgeliyor en çok. Annesi eksilmiş evlerde hayata dair şeylerin ölüme dair şeylerle yer değiştirdiğini çok görmüşüzdür. Bıdık da işte annesinin yokluğunda yemeden içmeden kesiliyor. Hem de bir deri bir kemik kalana kadar.

        Dünyayı keşfe çıktığında, bizim için de bir çift göz, iki çift pati oluyor, bazı şeyleri onunla birlikte keşfetmemizi sağlıyor. Bıdık’a göre dünya nasıl bir yer?

        Dünya her şeye rağmen muhteşem ve yaşanası bir yer. Ama yaşamanın ve yaşatabilmenin acı kuralları var. Sadece sevginin başa çıkabileceği acılıkta kurallar bunlar.

        Bir yol gösterici olmadan insanın bu dünyanın şifrelerini çözmesi imkânsız mıdır?

        “Pati İzleri”nde ayrılığın şifresi çözülüyor. Anne kedilerin, zamanı geldiğinde yavrularını niçin dönüşsüz bir biçimde terk ettiklerinin şifresi çözüldüğünde, ayrılığın altından sevgi çıkıyor. Dünyanın şifrelerinde de acıyla mutluluk, zalimlikle merhamet, iyilikle kötülük, hayatla ölüm çoğu zaman iç içe geçiyor. Yol göstericiler şifreleri tamamen çözemiyorlar ama bütün bu ikiliklere dayanma gücümüzü artırıyor, dünya üzerindeki hikâyelerimizi daha katlanılır hale getiriyorlar. n Senin favori yol göstericin kim, kimler? Aralarında patililer var mı? Tanıdığım kişilerin yanında, kendim gibi olma umudumu zamanla yitiririm. Dahası aynı çaresizliği onlarda da görürüm. Öyle olunca da Tennessee Williams’ın dediği gibi, yabancıların şefkatine ihtiyaç duyarım. Yol göstericilerim çoğu zaman yabancılardır. Aynı zamanda kendime giden yoldur bu ve tanıdığım bütün patililerden bir iz mutlaka vardır.

        Son olarak, kitabındaki ‘İyi İnsan’ kim?

        İyi İnsan, kedilerin köpeklerin öyle sanacağı kadar iyi biri olabilir ancak.

        ‘Koku bizi, olmadığımız yerde de var etme gücüne sahiptir’

        Muhteşem kitabı “Dublinliler”in mezarlık sahnesinde James Joyce şehrin üzerine usul usul, sabırla yağan kardan yeniyle eskiyi, modernle gelenekseli, yaşayanlarla ölüleri buluşturan bir katalizör gibi bahsetmiş. Sen de benzer bir şekilde bir birleştirici olarak kokudan bahsetmişsin. Sürprizi kaçırmadan sorayım, koku nedir tam olarak?

        Koku bizi, olmadığımız yerde de var etme gücüne sahiptir. Gittiğimizde, bizden geriye kalan en canlı şeydir. Varlığımızla yokluğumuzu bir arada taşır. Yokluğumuzun verdiği acıyı şiddetlendirirken, varlığımızın bir kanıtı olarak da sevdiklerimizi teselli etmeyi başarır. Kitapta en çok bu yönleriyle öne çıkıyor.

        Hayvanlarla dostluğun sana ne öğretti bugüne dek?

        Görmenin konuşmaktan daha sahici olduğunu öğretti. 16 yaşında kansere yakalanan kedim, tedavisi sırasında bir ara kendinde adım atacak gücü bulmuş, pencereye çıkmıştı. İyi günlerinde olduğu gibi sokağı, ağaçları, kuşları seyretmişti yine. Bu onun hayata vedasıydı. Kimselerin dikkatini çekmeyen, böyle bir umudunun olabileceğini bile bilmeyen albenisiz bir sokak kedisi, araba altında kalmaktan son anda kurtulduğunda, yüzünde “verilmiş sadakam varmış” ifadesi belirmişti. Minik kalbi çarpıyor ve kimsenin umurunda olmayan canını kurtardığı için şükrediyordu. Onun tatlı, dokunaklı varoşluğuydu bu. Gördüklerinizi birleştirip onun büyük olasılıkla hiç konserve mama tatmamış olduğunu anlamanız gerekir mesela. Hayvanlarla dostluğum bana çok şey kattı ama sevginin, vicdanın, adaletin, anlamanın ya da merhametin bile görmekle doğrudan ilişkili olduğunu öğretti en çok.

        İKİ TAVSİYE

        “Sardalye Sokağı”, John Steinbeck’in en şeker kitabı belki de. Olağanüstü bir aşk hikâyesine eşlik eden olağanüstü bir mizah. “Tatlı Perşembe” de en sevdiklerimden. Sel Yayıncılık ne iyi etmiş de Steinbeck’leri yeniden yayınlamaya karar vermiş.

        Sardalye Sokağı John Steinbeck Sel Yayıncılık

        Tatlı Perşembe John Steinbeck Sel Yayıncılık

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar