Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YILDA iki kez olmasının etkisiyle midir, bilemem; bayram namazları o kalabalığın arasına katılanları mutlu eder. Etkisi hayli zaman devam eden bir mutluluktur bu... Gittiğiniz köyün/mahallenin camiini, ildeki ve ülkedeki bütün camileri aşan bir büyük ailenin üyesi olduğunuzu hatırlattığı gibi, ibadete katılan-katılmayan herkesi kuşatan bir geleneğin parçası olduğunuzu da hissettirir...

        Ne demek istediğimi daha iyi anlamanın yolu, büyük şâirimiz Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Namazı” şiirinin hemen girişindeki şu mısraları yüksek sesle okumaktır: “Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede / Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de / Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, / Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi / Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, / Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.”

        Dün Ankara’da sabahın ilk saatlerinde kalabalığına karıştığım mahalle camiinden Yahya Kemal’in yarım asır önce duyduğuna benzer hislerle ayrıldım. İçimden “Keşke Itri’nin o muhteşem bestesi ‘Tekbir’ de makamına titizlenilerek okunabilseydi” düşüncesini geçirerek... “Din” demek, özellikle ibadete bakan yüzüyle, biraz da “gelenek” demek...

        “Din” denilmesine alıştığımız inanç sistemlerinin en sonuncusu İslâm olduğuna ve o da 1400 yılını geride bıraktığına göre, insanlık için çok uzun yıllara dayanan dini gelenekler ibadethanelerde sürdürülüyor demektir: Havralarda... Kiliselerde... Camilerde...

        Bayramların ayrılmazı olan “Tekbir”, bayram namazlarında hep birlikte defalarca tekrar edilir; bizim topraklarda, 1700’lü yılların başından itibaren, Buhurizade Mustafa Itri’nin segâh makamında bestelediği biçimiyle...

        Eskilerin “Bizim öz musikimizin pîri” diye andıklarını Yahya Kemal’den öğrendiğimiz Itri’nin, yine onun deyimiyle “saltanatlı Tekbir”i, “yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi” olarak, yüzlerce-binlerce ağız tarafından tek bir ses halinde tekrarlanır...

        Sesle icra edilen bir senfonidir Itri’nin Tekbir’i...

        Maalesef, kalabalığına karıştığım camide, elinde mikrofonu tutan kişi ile müezzin mahfelinde bulunup ona uyan diğerleri tarafından, Tekbir, dün, saltanatsız biçimde okundu.

        Her defasında yanlış okunduğu için de, camiyi dolduran cemaat “yükselen nakaratın büyüyen velvelesi”ne dönüştüremedi Tekbir’i... Mikrofon ve yanındakilerin akordu bozuk sesleri bütün camiye hâkim oldu.

        “Gelenek”, dün, kulağı musikiye kilitli, ama elinde mikrofon tuttuğu için bütün camiye hükmeden bir kişi tarafından bozuldu işte... Önemli mi? Çok önemli hem de... Camiyi hayal hanenizde ister memleket isterseniz daha geniş bir coğrafya veya bütün dünya olarak genişleterek canlandırmaya başlarsanız, “gelenek” ve “mikrofonu” da uygun karşılıklarına kavuşturabilirsiniz... Sırf hâkim konumda bulunduğu ya da güce sahip olduğu için, yüzlerce yıllık güzelim uygulamaları bozma hakkını kendinde görenler çok dünyamızda...

        Uluslararası hukuk... Siyasi teamüller... Karşılıklı iyi niyet... Ahde vefa (Lâtincesi: Pacta sunt servanda)... Dinlerin hoşgörüyü önde tutan öğretileri... Hatta Birleşmiş Milletler Anasözleşmesi...

        Bütün bunlar ve daha nice yerleşik ilkeler, devletler tarafından veya devlet içerisinde etkin hale gelmiş birileri tarafından hiçe sayılabiliyor bugün...

        Galiba bu yüzden dünyamızın büyüsü bozuldu, tadı kaçtı, uyumun yerini kakofoni aldı...

        Kulaklarımızı temizlemekle işe başlayabiliriz.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar