Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce şu temel gerçeği paylaşayım: Her türlü ihtilafta taraflar genellikle kendilerinin haklı olduğuna inanır, hep karşı taraf suçlanır... Ayrıntılara fazla dikkat etmezseniz, tarafların kendilerini savunurken kullandıkları argümanları haklı da bulabilirsiniz.

        -Savaşlar da öyledir: Mutlaka ilk saldıran biri vardır; ama hiç kuşkunuz olmasın, onun da cebinde neden saldırdığını açıklayabileceği bir gerekçesi bulunur.

        -Bu durumda, sağlıklı bir değerlendirme için, gelişmelere daha geniş açıdan bakmaktan başka bir yol yok.

        -Geçen yüzyıla damgasını vuran 2 dünya savaşına boşuna “paylaşım savaşları” denilmiyor. İmparatorlukların tasfiyesi, onların yerini küçülmüş sınırlara sahip ulus devletlerin alması, ardından birkaç ülkenin çıkarlarına göre oluşan bir “yeni dünya düzeni” için o savaşlar gerekliydi.

        -İsterseniz lafı fazla uzatmadan günümüzdeki gelişmelere göz atalım...

        -Suudi Arabistan 46 kişiyle birlikte bir Şii âlimi de idam etti. Ardından, İran’daki Suudi Arabistan’ın diplomatik temsilciliklerine saldırılar başladı. Bunun üzerine, Suudi Arabistan ve “Körfez İşbirliği Örgütü”ndeki müttefikleri, İran ile diplomatik ilişkilerini kesme kararı aldı.

        -Kim sorumlu şimdi? İdam kararı alan Suudi Arabistan; ancak o da Tahran’ın kışkırttığı teröristlere müsamaha edemeyeceği gerekçesini ileri sürüyor.

        -“Haklı-haksız” birbirine karışıyor bu olayda...

        -Oysa İran, yıllarca Suudi Arabistan gibi ülkeleri suçlamak için kullandığı “Amerikan yandaşı” sıfatını hak edecek bir yakınlaşma içerisine girmişti ABD ile... İki ülkenin “ortak dost” sayesinde yakınlaşması beklenirken, birdenbire savaşın eşiğine gelmeleri ilginç gerçekten...

        -Eşzamanlı olarak, Pakistan ile Hindistan arasında da tuhaf gelişmeler yaşanıyor.

        -Yıllardır birbiriyle kavgalı iki ülkeyi birbirine yakınlaştıran sürpriz bir gelişme olarak, Hindistan Başbakanı Narendra Modi aniden Pakistan’ın Lahor kentine uğrayıp Başbakan Navaz Şerif ile görüştü. İyi bir gelişme kuşkusuz. Ancak hemen ardından, daha önce ismi duyulmamış bir Pakistanlı örgüt, Hindistan’ın Pathankot Hava Üssü’ne saldırı düzenledi.

        -Pakistan ile Hindistan’ın yakınlaşma çabaları böylece berhava edilmiş oldu. Şimdi Pakistan’ın bu nevzuhur örgütle mücadele etmesi bekleniyor.

        -Nasıl yorumlayacağız bu olayları?

        -Acaba Türkiye’nin kendi deneyimi bu gelişmelere ışık tutabilir mi?

        -“En ciddi sorunlar” listesinde başta gelen “Kürt sorunu” çözüm yoluna girmişti. O uğurda, demokrasinin kanallarını da açacağı beklentisiyle, bayağı ciddi adımlar atıldı; sırf terör sona ersin diye...

        -Sonuç? Türkiye yeniden savaş alanına döndü. Taraflar gelişmeler yüzünden birbirini suçluyor; ancak diğer ihtilaflarda olduğu gibi bunda da suçlamaların fazla bir anlamı yok.

        -Hükümete dönüp “1990’lara dönmekle elimize ne geçecek?” diye soruluyor; tamam da, örgüt de 1990’lar çıkmazına ülkeyi sokmakla ne elde edeceğini sanıyor?

        -En fazla huzur ve istikrara ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde terörün yol açtığı sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalıyoruz ve bunu yaparken de birbirimize giriyoruz.

        -Olayları birbirine bağlayan gerçek şu: Krize yol açabilecek bütün ihtilaflar bir bir kaşınıyor ve bölge bir ateş çemberine dönüştürülüyor.

        -“3. Dünya Savaşı çıkar mı?” diye soruluyor ya, aslında savaş başlamış durumda. Savaşın iki tarafında da İslam dünyası var; dıştan ve doğrudan müdahaleler yerine, içeriden, ihtilaflar kaşınarak birbirimize düşürülüyoruz.

        -Bu oyuna figüran yazılmaktan hızla uzaklaşmalı Türkiye; diğer ülkeleri de uyarmalı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar