Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CumhurbaşkanıErdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın görüşmesi “olumlu” sonuçlandı demek lazım.

        Belli ki, Türkiye’nin hassas olduğu konularda bir ilerleme sağlanamadı. Ama zaten böyle bir ilerleme beklenmiyordu.

        ABD’nin bir görüşme sonrası “YPG ile işbirliğinden vazgeçtik” demesi aklın alacağı bir şey değildi.

        Yine de ABD tarafı bir “zarafet” göstererek YPG ile işbirliğini Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyareti öncesi açıkladı ve böylelikle zevahiri kurtardı.

        Eğer o açıklama bugün yapılsaydı, “Görüşme başarılı olmadı, ABD rest çekti” anlamı taşıyacaktı.

        Görüşmeyi olumlu görmemin nedeni ise basit. Her iki lider de sertlikle kamuoylarını tatmin etmeyi seviyor, ama ikisi de bu kez öyle yapmadı.

        Buluşmanın kavgayla sonuçlanmaması ve ilişkilerin kopacak noktaya gelmemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşme öncesi deyimiyle “noktalanmamış” olması bile bir başarı sayılmalı.

        Biz ABD’yi, komşunun bahçesine yerleşmiş ipsiz sapsız biriyle muhabbet halinde yakaladık.

        ABD ise “O çocuk benim tipim değil. Onunla işim olmaz. Sadece senin komşunun bahçesini temizlesin diye ona alet edevat veriyorum. Komşunun bahçesinin bakımlı olması senin de işine gelir. Senin, benim orayı temizleyecek halimiz yok. Senin bulduğun temizlikçi ise bahçeyi daha beter pisletebilir” diyor.

        Uzun süredir birliktelik yaşayan bir çift böyle bir duruma düşerse, genellikle aralarında kavga çıkar ve muhtemelen de boşanırlar.

        Ancak şimdilik boşanma tehlikesi atlatıldı. ABD ile komşudaki serserinin bir aşk ilişkisi olmadığına ikna olduk.

        ABD de serseriyle çok yakından ilgilenmediğini göstermek için bizim bu serseriye türlü hakaretler etmemize izin verdi, “Bir dakika, o çocuk hakkında öyle konuşamazsın” demedi.

        Hatta serserinin arkadaşlarının bizim bahçeye girmesine izin vermeyeceğini de açıkladı.

        Şimdilik bu durum iyidir.

        Hele hele it kopukla dolu bir mahallede yaşayan bizler için...

        FETÖ’nün dişlilerini yağlamak

        15 Temmuz darbe girişimi sonrası katıldığım tüm televizyon programlarında, hükümet adına programa katılan herkese söylediğim bir şey vardı: “FETÖ şimdi yurtdışında bir diaspora oluşturup Türkiye’ye büyük zararlar vermeye başlayacak. Buna karşı çok akılcı ve uzun vadeli bir strateji uygulamak lazım. Bunun daha da etkili olması için özellikle hükümet yanlısı olmayan sivil toplum örgütlerinden, hatta muhalefetten destek almak gerekir.”

        Türkiye ne yazık ki bunu yapmadı. İçeride Gülencilerle, Cumhurbaşkanı dışında kimsenin samimi olmadığı “yarım yamalak” bir “sözde mücadele” sürdürülürken, dışarıda meydan tam anlamıyla Gülencilere bırakıldı.

        Odaklanılan tek konu, Gülen’in ABD’den iadesi oldu.

        Oysa asıl mesele Gülen’in getirilip getirilmemesi değil.

        Sorun FETÖ’nün yurtdışında, kimi istihbarat örgütlerinin de desteğiyle yıllar boyu oya gibi işlediği “network”.

        Siyasetçiler, entelektüeller, medya, sanat dünyası başta olmak üzere birçok ülkenin fikir önderlerini dört koldan sarmış vaziyetteler.

        Bunun acısını Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyareti öncesi ve sırasında bir kez daha gördük.

        Washington Post’ta o gün tam sayfaya yakın röportaj yaptıracak güçleri var.

        Her yanda Türkiye aleyhtarı haberler çıkarabiliyorlar.

        Türkiye’yi yakından tanıyan ülkelerde bile çok etkili bir Türkiye aleyhtarı hava yaratmayı, bunu toplumun tüm katmanlarını etkileyecek şekilde yaymayı beceriyorlar.

        Bu network’ü planlı şekilde kırmadıkça Gülen iade edilse ne olur, edilmese ne olur!

        FETÖ’nün bu propaganda makinesini etkisiz hale getirmeye başlamanın ilk adımı ise Türkiye’de bir “özgürlük havası” yaratmaktan geçiyor.

        Gözaltına alınan her gazeteci, her siyasetçi, FETÖ ile mücadelede yapılan her haksızlık, her hukuksuzluk FETÖ propaganda makinesinin dişlilerine yağ sürüyor.

        EDS, ağır vasıtaları denetlemiyor

        HÜRRİYET’te Mehmet Yılmaz, “Şehirlerarası yolda giden otobüslerin istiap haddinin üzerinde yolcu alması engellenseydi Muğla’daki kazada bu kadar can kaybı olmazdı” diyerek çok iyi niyetli bir yaklaşım sergilemiş.

        Sevgili Mehmet, sen hangi denetimden söz ediyorsun, güldürme beni.

        Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’da her gün trafikte en az 100, belki 150 kilometre yol kat ediyorum.

        Bir tek trafik polisi görmüyorum, ne denetimi.

        Eğer yolda polis varsa bundan çıkardığım tek sonuç şu oluyor: “Bir devlet büyüğümüz yoldan geçecek herhalde.”

        O büyük geçince polisler yine sırra kadem basıyor.

        Polisi de suçlamıyorum. Zira darbe girişimi sonrası teşkilatta adam kalmadı. Ne yapsınlar.

        Hadi polis yok, ama yollara kurulmuş “Elektronik Denetleme Sistemi” var.

        Fakat anladığım kadarıyla bu sistem “ağır vasıtaları” görmemek üzere kurgulanmış.

        Benim eve giden yolda bu sistemden var. Hız sınırı otomobiller için 90, kamyon ve otobüsler için 70.

        Eve 90 kilometre hızla giderken yanımdan iki ağır kamyon yarışarak geçiyor. Arkalarından iki otobüs onları geçmek için küçük araçları sıkıştırıyor.

        Ben ezkaza 100’le gitsem eve ceza makbuzları geliyor, bu kamyonlara, otobüslere hiçbir şey olmuyor ki manyak gibi gitmeye devam ediyorlar.

        O yüzden denetime bel bağlama Mehmetçiğim. Bize gelirken dikkatli ol, gerisi hikâye.

        Ne Zaman Adam Oluruz?

        Yasaları dürüst vatandaşları değil, namussuzları canından bezdirmek için uyguladığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar