Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MUHARREM İnce’yle konuşmamızdan sonra bu kez CHP Grup Başkanvekili Engin Altay aradı.

        “Muharrem Bey ile uzun konuşmuşsunuz ama ben de biraz bilgi vereyim” dedi ve anlattı:

        “Muharrem Bey’i parti olarak yalnız bıraktığımız doğru değil. Tüm gücümüzle yanındayız. Ben sürekli yanındayım. Milletvekillerimiz, teşkilatımız da kendisini asla yalnız bırakmıyor.”

        Lafını kestim, “Muharrem Bey’e de söyledim, bana bu bilgiyi veren sizin ekipten biri” dedim.

        “Tahmin ederim böyle düşünen birileri çıkabilir ama biliyorsunuz Muharrem Bey adaylığı açıklandıktan sonra parti rozetini çıkardı ve yakasına bayrağımızın ay yıldızlı rozetini taktı. Yani Muharrem İnce, CHP’nin adayı olarak yola çıktı, ama artık o ‘Millet’in adayı. Bu yüzden de biz onu ‘Millet’in adayı olarak destekliyor, parti kimliğini asla ön plana çıkarmıyoruz. Muharrem Bey, CHP’nin adayıdır, ama artık tarafsız bir cumhurbaşkanı adayıdır. Çünkü tarafsız bir cumhurbaşkanı olacak. Millete bunun sözünü verdi. Bu yüzden de kürsüye milletvekillerimiz, parti yöneticilerimiz çıkmıyor, yanında poz vermiyoruz. Bu durumu İnce’ye yardım etmiyoruz diye algılamayın” dedi.

        “Kampanya bütçesi için parti destek veriyor mu?” diye sordum.

        “Parti destek vermiyor, ama partililer destek veriyor. Sadece partililer de değil, vatandaşlar da bağış yapıyorlar. Elbette iktidar partisinin adayı kadar kaynaklara sahip değiliz ama durumumuz fena değil. Biliyorsunuz 13 bin TL’lik bir bağış sınırı var. Vatandaş geliyor, 50 bin, 100 bin vermek isteyenler oluyor. Biz de onlara ‘Hanımınızla gelin, çocuklarınızla gelin öyle bağış yapın’ diyoruz. O yönden büyük bir sıkıntımız yok” dedi.

        Engin Altay, asıl kampanyanın seçim bildirgesi yayınlandıktan sonra başlayacağının da altını çizerek, “Somut vaatleri orada göreceksiniz. Ekonomide neler yapılarak bu sıkıntılardan nasıl çıkılacağını, yargının nasıl yeniden güvenilir hale getirileceğini, devletin nasıl herkese eşit mesafede olmasının sağlanacağını, gençlerimizin rekabetçi dünyaya nasıl hazırlanacağını, eğitim politikamızda yapılacak değişiklikleri, üniversitelerde neler yapılacağını, sağlıkta sürdürülebilir bir sağlık politikasının nasıl şekilleneceğini, vatandaşın cebine el sokulmadan nasıl büyük projelerin yapılabileceğini orada göreceksiniz. Bunlar belki miting alanlarında anlatılmayacak kadar teknik detayları da içerek ama çok kapsamlı bir çalışma yapıldı” dedi.

        ********

        Bu tam da sizin sorununuz sayın bakan

        TARIM Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, beğendiğim bir siyasetçidir. Şanlıurfa Belediye Başkanlığı döneminde AK Partili milletvekillerine boyun eğmediği için partisinden dışlanmış, parti başkasını aday gösterince bağımsız olarak seçime katılmış ve kazanmıştı.

        O günlerde bende kazandığı sempati hâlâ sürer.

        Sonra AK Parti’ye geri döndü.

        Ardından milletvekili ve bakan oldu.

        Türkiye’de tarım diye bir şey olmadığı, Özal dönemindeki hatalı politikalarla bitirildiği ve o günden bu yana da kimse gerekeni yapmadığı için bakanlığıyla ilgili kesin bir şey söyleyemeyeceğim.

        Moğolistan Denizcilik Bakanı’nı eleştirmek nasıl ki mümkün değilse tarımı bitmiş bir ülkenin Tarım Bakanı hakkında yorum yapacak kabiliyette değilim.

        Ancak Sevgili Fakıbaba’nın, “Ben eti 29 liraya alıyorum. 70 liraya et alıyorsanız benim sorunum değil” demesine takılmış durumdayım.

        Ben uzunca bir zamandır 29 liraya et falan görmedim.

        Ne idüğü belirsiz ithal etleri yemek zaten istemiyorum ve eti 70 liraya değil ama geçen hafta 58 TL’ye aldım.

        Konum da bu değil.

        Sayın Fakıbaba bilsin ki, eğer bu ülkede et 70 liraysa bu onun sorunudur.

        Çünkü etin 70 lira olduğu bir ülkede hayvancılık bu yüksek fiyatlara rağmen gelişmiyorsa...

        Et üreticisi bu fiyatlara rağmen zarar ediyorsa...

        Besicilik, yüksek et fiyatlarına rağmen kârlı bir işkolu olmaktan uzaklaşmışsa...

        Bu Tarım Bakanı’nın sorunudur.

        Bunu kendi sorunu olarak görmeyen Tarım Bakanı, bu ülkenin Tarım Bakanı değildir.

        *******

        Dizayn

        BİR medya patronu, “Medyanın işi siyaseti dizayn etmek olmamalı” demiş.

        Yüzde 10 bin katılıyorum.

        Medyanın işi doğruları yazmakla sınırlı olmalı.

        Ama bu cümleye eklenmesi gereken bir cümle var.

        Siyaset de medyayı dizayn etmemeli.

        Her ikisinin de kendi alanlarında olması şart.

        Olmadı mı, olmuyor işte!

        ******

        Putin’e alınalım mı!

        DOST ve kardeş Rusya’nın Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la yaptığı görüşmeden sonra şöyle dedi:

        “Suriye’de işler normalleşmeye başladı. Suriye’deki yabancı askerlerin ülkeyi terk etme zamanı geldi.”

        Şimdi bu cümleden kimlerin alınması gerekiyor.

        * Suriye’nin kuzey bölgelerine fiilen el koyan ABD’nin mi?

        * Suriye’nin dört bir yanında milisleriyle fink atan İran’ın mı?

        * El Bab ve Afrin’de kendine güvenlik bölgeleri oluşturup buralarda askerlerini bulunduran Türkiye’nin mi?

        Putin’in bu sözleri, dost ve kardeş yeni müttefikimizle yeni bir sorunun başlangıcı mı?

        Yoksa Putin’le “her konuda hemfikir olmaya” devam edecek miyiz?

        Yoksa çok kızıp S-400’leri almaktan cayacak mıyız?

        *****

        Bunlar hediye değil çocuklar

        MAGAZİN basınımızın bazı haber başlıkları beni çok güldürüyor.

        Mesela, “Sibel Can’dan kızına 500 bin TL’lik hediye” başlığı.

        Hediye dedikleri, Sibel Can kızına bir otomobil almış.

        Arkadaşlar, buna hediye falan denmez.

        Anneler, babalar çocuklarına bir şeyler alırlar.

        Her alınan şey hediye değildir.

        Bu ailenin maddi gücüne göre değişir.

        Kimileri çocuklarını çok şımartır her şeyi alır, kimileri ise sadece temel ihtiyaçlarını karşılar, iyi bir eğitim almaları için imkân sağlar, sonra da çocuklarının ayakları üzerinde durmasını isterler.

        Kazık kadar adamlara ya da kızlara hâlâ ve sürekli bir şeyler almaya, onların lüks ve refah içinde yaşamalarını sağlamaya “hediye almak” denmez.

        Sadece “almak” denir.

        Ve inşallah o çocuklar, ana-babaları onlara bunları alamaz hale gelirse bunalıma girmezler.

        ******

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir ülkeyi yıkmak için eğitimi bozmanın yettiğini anladığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar