Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Konuşma yapmak üzere çağrıldığım Uluslararası PEN edebiyat etkinliğinde salona bakıyorum dikkatlice. Londra'da bir konferans merkezi burası. Seyircilerin yüzde 85'i kadın. Farklı yaş gruplarından ve mesleklerden gelmekteler. İngiliz, İrlandalı, İskoç, Pakistanlı, Hintli, Arap, Çinli... Her milletten ve her dinden. Kimi üniversitede öğrenci, kimi hem anne hem akademisyen, kimi ev hanımı ve anneanne; kimi dul, kimi bekâr....

        Geri kalan yüzde 15'i teşkil eden erkekleri inceliyorum. Gayet mesut ve sempatik bir şekilde ve biraz da gururla hemcinslerini temsil ediyorlar. "Biz de buradayız!" dercesine oturmaktalar. İyi de ne zaman böyle oldu edebiyat dünyası? İmza günlerinde, festivallerde, panellerde, velhasıl edebiyatla ilgili her nevi etkinlikte hep ama hep kadınlar ezici çoğunlukta. İstanbul'da da böyle, Londra'da da, Barcelona'da da, New York'ta da. Doğu-Batı, neden en fazla kadınlar roman okuyor? Ve sahi erkek okurlar, onlar nerede?

        *

        Türkiye, malum, bu sene Londra Kitap Fuarı'nda çok konuşuldu, epey de övgü ve merak topladı. Büyüyen kitap endüstrisiyle dikkatleri çekti. Bilhassa roman ve romancılık doludizgin gidiyor. Bir de senaryo yazarlığı tabii; orada da inanılmaz bir dinamizm var. Lakin kimse demiyor ki bu kadar gelişmeyi, zenginleşmeyi ve açılımı biz aslında kadınlara borçluyuz. Kadınlar okuduğu için, okuyup paylaştıkları için, birbirlerine kitap tavsiye ve hediye ettikleri için -ve kusura bakmayın ama erkeklerimiz okumadığı halde- büyümekte roman dünyası ya, bunun da adını açıkça koymak lazım!

        Peki çoğunluğu kadın olan okurlar, romanlardaki kadın ve erkek karakterleri eşit nazarla algılıyorlar mı? Yani, okurun gözünde erkek roman karakteri ile kadın karakteri aynı kriterlere göre değerlendiriliyor mu? Hadi daha açık sorayım: Erkek roman karakterinin yaptığı hataları, işlediği günahları daha hoşgörülü; kadın roman karakterinin hata ve günahlarını ise daha acımasız değerlendiriyor olabilir miyiz? "Tuhaf soru" demeyin. Son zamanlarda dünya edebiyatında en heyecan verici tartışma konularından birini tam da bu oluşturuyor. Okurların ve eleştirmenlerin gözünde, algısında, kadın roman karakterleri ile erkek roman karakterleri arasında eşitlik var mı?

        Koskoca, kadim Rus edebiyatı yalanlar söyleyen, hırsızlık yapan, cinayet işleyen, kumar oynayan, fahişelerle yatan, günah üstüne günahlar tadan erkek karakterlerle dolu. Lakin okurken onları yadırgamıyoruz. Hatta empatiyle, sempatiyle anlamaya çalışıyoruz. Üzülüyoruz onlar için, seviniyoruz doğru yolu bulduklarında. Benzer şeyleri bir kadın karakter yaptığında tavrımız aynı değil. Mesela kadın roman karakteri eşini aldattığında, acaba ona da aynı soğukkanlı mesafeyle bakabiliyor muyuz? Sanmam.

        AŞK yayınlandığında okurlardan en çok duyduğum eleştiri neydi biliyor musunuz? Ne Mevlânâ'nın herhangi bir sözü ya da tavrı, ne Şems'in varlığı hakkındaydı. Üst üste duyduğum soru: "Ella neden kocasını bıraktı ve Aziz'e gitti?" Ella değil de John yahut Mustafa olsaydı, Aziz yerine de Azize, bu kadar dile getirilir miydi bu soru bilemiyorum.

        Ama her seferinde aynı "savunma"yı verdim: "Ella bir roman karakteri. Her istediğini yapabilir. Yazarına rağmen. Yani edebi karakterler, yazarların kontrolünden çıkarlar. Ella başlı başına bir kişilik. Karakterlerim kahraman değiller. Etten kemikten, hatadan ve çelişkiden müteşekkiller; yani hepimiz gibi. Roman dediğimiz 'ahlak dersi' olamaz ki. Bizim işimiz insanı anlamak, insanı anlatmak."

        Galiba Türkiye'de bir yanılgıyı kuşaklardır tekrarlıyoruz. Osmanlı'nın son dönemlerinden bu yana. Roman (ve bugün film ve dizi) karakterlerinden bir "rol modeli" çizmelerini bekliyoruz. Bu yüzden "iyiler" ve "kötüler", "namuslular" ve "namussuzlar", "alaturkalaşmışlar" ve "alafrangalaşmışlar", "onlar" ve "bunlar" gibi ikilemler üzerinden okuyoruz sanat eserlerini. Halbuki hayat da edebiyat da bundan daha karmaşık. Cömert bir insanın cimrileştiği bir an var. Kötü bildiklerimizde dahi bir iyilik kıvılcımı, doğru düzgün bellediklerimizde bile bir gölge yok mu?

        *

        İğneyi okura, çuvaldızı yazara batırmalı. Peki yazarların gözünde kadın roman karakterleri ile erkek roman karakterleri eşit mi? Bence değil. Ne ilginçtir ki bilhassa kadın yazarlar, kadın karakterlerine karşı o kadar acımasız ki!

        Ruhu şad olsun, kıymetli lakin had safhada çelişkili Halide Edip Adıvar'ın herhangi iki romanını okumak bunu görebilmek için yeterli. Kadınları sevmeyen bir kadın romancıyla baş başayız. Doğru, yücelttiği kadın karakterler var. Ama onlar "dişi" değil zaten. Birer kahraman. Hem de ulusal kahraman. Sinekli Bakkal'ın Rabia'sı gibi.

        Halide Hanım'ın sevdiği kadınların "kadınlık" ve cinsellik" ile bir ilgisi yok. Onlar kendilerini yüce ideallere adamış, "dişilikten arınmış", tavırları ve konuşmaları en ufak bir cinsiyet yahut cinsellik barındırmayan, katiyen kocalarının önünde değil, gardırobun içine girerek orada soyunan ve geceliklerini giyen kadınlar. Nam-ı diğer "hatun kişiler".

        Biz kadın yazarlar, maalesef, kadın karakterlerimizi derin yargılıyor, haşin cezalandırıyoruz. En ufak hatalarında onları damgalıyoruz. Hayali erkek karakterlerin bu arada yapmadıkları kalmıyor, olsun varsın. Onları affediyoruz. Bu tavır gerek sol eğilimli, gerek muhafazakâr eğilimli yazarlar arasında bugün de devam etmekte.

        Hasıl-ı kelam, bırakın "gerçek dünyayı", "hayali ve edebi dünyayı" algılamamızda bile kadın-erkek eşitliği yok bence!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar