Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir arkadaşım vardı, bundan nice zaman evvel. Babası sert, asabi, asık suratlı bir adamdı, asla tebessüm etmeyen. Ona buna bağırdığına, ileri geri konuştuğuna ve bir seferinde küfrederek birinin üzerine yürüdüğüne şahit olmuştuk; karısını ve çocuklarını dövdüğünden şüphelenirdik. Kimse sormazdı bu konuları.

        "Kapılar kapandı mı, perdeler örtüldü mü, bir evin içinde yaşananlar sadece o aile fertlerini ilgilendirir, bizi bağlamaz" tutumunun hâkim olduğu günlerdi onlar. Böyle diye diye ne çocukları, ne kadınları korurduk aile içi şiddetten. Kuzuyu kurda yem ederdik gafletimiz, sessizliğimiz ve o edilgen, bitimsiz, korkak kabullenişimizle. Böyleydi işte. Orta sınıf mahalle hayatları...

        Bir gün sokakta çocuklar dizilmişler, ağabeylerinden ve babalarından konuşuyorlar. Ben de dinliyorum, söyleyecek bir lafım yok, "misafir sanatçı" konumunda. Derken arkadaşım atıldı birden: "Biz babamla futbol oynuyoruz, pikniğe de gidiyoruz..." Başladı anlatmaya. Ballandıra ballandıra. O konuşurken, içimde, ruhumda, adım gibi biliyordum söylediği her şeyin yalan olduğunu.

        Öteki çocuklar da biliyordu. Ondandı gözlerini kaçırmaları. Hiçbirimiz inanmadık söylenenlere. Gördüğümüz hoyrat adam ile oğlunun bize aktardığı sevecen ve sempatik baba arasında fersah fersah mesafe vardı. Ama itiraz etmedik, utandırmamak için, üzmemek için. Olduğu gibi kabullendik. Olması gerektiği gibi.

        *

        Büyük bir edebiyat festivalinde herkesin donakaldığı bir an tahayyül edelim. İki kişi sahnede konuşuyorlar diyelim. Seyirci soluğunu tutmuş. Biri ötekine sorular yöneltiyor. Cevaplayan adam, bir an durup derin bir nefes alıyor, "Evet, babamın asılmasını haklı buluyorum" diyor. Ve salonda derin bir sessizlik.

        Bu sahne Hay festivalinden. Söyleşiyi yapan yazar/hukukçu Philippe Sands. Bu ay Financial Times Gazetesi'nde uzun ve sarsıcı bir yazıda anlattı bu hadiseyi. Söyleşi yaptığı insan ise üst düzey bir Nazi yetkilisinin oğlu. İsmi Niklas.

        Niklas sıradan bir evlat değil. 1987'de Almanya'da bir hayli gürültü koparan bir kitabın yazarı aynı zamanda: "Der Vater." Liberal ve demokrat bir oğulun gözünden, Nazi babasını anlatan ve onun günahlarını taşımak istemediğini açıklayan bir kitap. İlk defa önde gelen bir Nazi yetkilisinin evladı çıkıp babasını eleştirmiş oldu bu eserle.

        Philippe Sands, Niklas ile tanışmaktan o kadar etkilenir ki "suçlu babalar ve oğulları" ikilemini deşmeye karar verir. Niklas kendisine bir başka orta yaşlı "oğul" ile tanışmasını tavsiye eder. İsmi Horst'tur. Yalnız bir uyarıda bulunur: "O benden farklı düşünüyor."

        Nitekim hukukçu, Horst ile tanışmaya gittiğinde bambaşka bir sohbet gerçekleşecektir aralarında. Horst, bir yandan dönemin Almanya'sında yapılanları eleştirmekte, Hitler'e kızmaktadır. Ama üst düzey Nazi olan kendi babasına toz kondurmadan. Söyleşi esnasında defalarca o konumda babası değil de başkası olsaydı çok daha vahim şeyler olacağını söyleyerek bir anlamda babasını savunacaktır.

        İşin ilginç yani gerek Niklas'ın babası gerekse Horst'un babası insanlık suçlarından yargılanmış, mahkûm edilmiş önde gelen Nazi subayları. Her ikisinin de on binlerce Yahudi'nin katliamında başat rol oynadıkları, hatta birkaç kasabadaki Yahudi nüfusun tamamen silinmesinin baş müsebbibi oldukları iddia ediliyor ve ispatlanıyor. Ancak oğullardan biri babasının günahlarından utandığını ve onun asılmasını haklı bulduğunu ifade ederken; öteki, babasının son tahlilde "iyi bir insan" olduğunu söylüyor ısrarla, sebatla.

        "Peki öldürdükleri?" diye soruyor hukukçu. "Yaptığı kötü işlere ne diyorsunuz?"

        Önce cevap vermek istemiyor Horst. Ardından ilginç bir cümle sarf ediyor: "Anlamıyorsunuz, babamda iyi bir şey bulmam lazım."

        Bu araştırmayı okurken ta çocukluğumda dinlediğim arkadaşım geliyor aklıma. Onun yaptığı da farklı bir şey değildi zira. "Anlamıyorsunuz, babamda sevecek bir şey bulmam lazım" diyordu bize futbol ve piknik hikâyelerini sıralarken.

        *

        Cumhuriyet tarihi boyunca yüzleşmemiz gereken nice karanlık ve iç karartıcı hadise var. Her birinden geriye acılar, yaşlar, anlatılmayanlar kaldı. Üç askeri darbe geçirdi bu memleket. İşkencenin vaktiyle sistematik olarak yapıldığı bir ülkeydi. Kardeş kardeşi vurdu.

        Dersim, Koçgiri, Kahramanmaraş katliamı, Diyarbakır hapishanesinde yaşanan işkenceler, üniversite önünde öldürülen gencecik öğrenciler, sağ sol fraksiyonları ve daha niceleri... Yakın tarihimizde Sivas katliamı...

        O günlerde bu cinayetleri işleyenlerin yahut şiddete azmettirenlerin bir kısmı "aile babası" olsa gerek. Onların da oğulları var. Merak ediyorum bu oğullar, Niklas gibi babalarını eleştirmekte mi yoksa Horst gibi babalarında sevecek bir yan, tutunacak bir dal mı aramaktalar?

        Sahi, babaların günahlarını oğullar mı sırtlar?

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar