Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Van Gogh’un akıllı telefonu olsaydı nasıl bir otoportre sunardı? Ağzında meşhur piposuyla bir selfie hayal ediyorum. 17. yüzyılda, dünyada yalnızca sayılı insan kendi portresini oluşturmak için gerekli beceri, materyal ve araçlara sahipti. Bugün sofistike telefonlar, kendimizi dünyaya anlatmak, yüzümüz hakkında kayda değer bulduklarımızı, tatillerimizin kıskanılacak anlarını ve hayatımızdan en ilginç kareleri göstermek üzere bizi an ve an ateşliyor. 2013’te Oxford sözlükleri “selfie”yi yılın kelimesi seçtiğinden beri, tüm dünyada günde ortalama 93 milyon selfie çekiliyor.

        Selfie kültürünün etkisi, geçtiğimiz haftalarda canlı olarak Euronews’te yayınlanan “Me, My Selfie and I” adlı dijital çağda kendini ifade etme konulu bir tartışmada ele alınmıştı. Selfie sanat sayılır mı? Sanat dünyasının öncülerinden Saatchi Gallery tamamen selfie’lerden oluşan bir sergi açıyorsa, bu önemli soruyu masaya yatırma vakti gelmiş demektir.

        Bu hafta, cazibesini asla anlayamadığım selfie’ler gibi sevmeyeceğimi düşünerek gittiğim, fakat sürpriz şekilde çok severek ayrıldığım bu sergiden bahsedeceğim... Londra Saatchi’de, ‘From Selfie to Self-Expression’ (Selfie’den Kendini İfade Etmeye) sergisi. Sergi martta başlamasına rağmen üç kez uzatıldı, nihayet bu hafta bitiyor. Selfie tarihini keşfeden ilk sergi...

        Takip edenler genellikle sergi tasvir etmediğimi bilir. Sergi dediğin, gider, görürsün ya da gitmezsin. Üzerine tartışır saatlerce konuşabiliriz ama gitmeyen birine oturup eser anlatmayı anlamlı bulmuyorum. Nitekim, bu sergide beni etkileyen eser olmadı ama bu kadar sığ bir konu, ancak bu kadar ustaca irdelenerek sunulabilirdi.

        17. YÜZYILDAN BUGÜNE

        Sergi, yer yer alay konusu olan ‘selfie’yi, tüm dünyada toplumsal bir olgu haline gelen ‘selfie kültürü’ olarak ele almış. Sosyal medyayı ise eleştirme eğilimi yerine; olduğu gibi kabul ederek, kendimizi ifade etme biçimimizi ve dünyanın geri kalanıyla etkileşimimizi nasıl değiştirdiğine odaklanıyor. Böylesi prestijli bir galeri ortamında ‘selfie’nin yerinin olmayacağını düşünürdüm açıkçası. Fakat Saatchi ustalıkla bu varsayımla mücadele etmiş, ‘selfie’yi benzersiz bakış açılarıyla irdelemiş, sorgulamış, bir sanat dalı olarak ele alıyor. Sonuç, sergiden öte, farklı sanat disiplinlerini bir araya getiren oldukça kapsamlı bir proje olmuş. Selfie kültürü, selfie bağımlılığı, dijital çağda kendini ifade etme, beğenmebeğenilme arzusu, narsisizm gibi konuların tümü ele alınıyor. Selfie ve sanat arasındaki ayrımı ortadan kaldıran karşılaştırmalı, popülist bir yaklaşımla klasik self-portre, selfie bağlamında incelenmiş.

        Sergi, tarih boyunca otoportreleri ele alıyor. 17. yüzyıl itibarıyla usta sanatçıların self portreleriyle, Tracey Emin ve Cindy Sherman gibi sanatçıların modern parçalarını bir araya getirerek teknolojinin kendimizi dış dünyaya sunma biçimimizi nasıl değiştirdiği, sanatçıların yüzyıllardır kendilerini nasıl temsil ettikleri üzerine araştırıyor. Tüm bunlara günümüz dijital selfie’lerini ekliyor.

        Sergide en çok beğenilen tablo, 94 bin 344 beğeniyle Frida Kahlo’nun ‘Self-Portrait with Thorn Necklace and Hummingbird’ eseri (1940)... Van Gogh’un ‘Bandajlı Kulak Otoportre’ si 46 bin 795 like almış. Neden? Kahlo başında çiçek bezeli tacıyla selfie’cilerin fantastik karelerine benzerken, Van Gogh oldukça acımasız.

        En sevdiğim yanı, teknolojiyle harmanlanan müthiş bir küratöryel düzen var. Sergi baştan sonra interaktif... Dev iPhone’lara benzeyen dijital ekranlarda tanınmış ressamların ikonik otoportreleriyle başlıyor sergi. Diego Velazquez, Rembrandt, Edvard Munch, Vincent Van Gogh’un 19. yüzyıl imzalı selfportreleri... Bu klasik tabloları, sanki akıllı telefonunuzda selfie bakıyormuşçasına yaşıyorsunuz; her birini sağa kaydırabiliyor, ekrana dokunup “like”layabiliyorsunuz. Ziyaretim itibarıyla, bir şey dikkatimi çekiyor: En çok beğenilen tablo, 94 bin 344 beğeniyle Frida Kahlo’nun “SelfPortrait with Thorn Necklace and Hummingbird”u (1940)... Van Gogh’un ‘Bandajlı Kulak Otoportre’ ise 46 bin 795 like almış.

        Neden? Kahlo başında çiçek bezeli tacıyla selfie’cilerin fantastik karelerine benzerken, Van Gogh oldukça acımasız. Sanatçının kula- ğını kestikten hemen sonra resmettiği tablosu tüm gerçekliğiyle, ‘filtresiz’ olarak sanatçının yaş- lanma süreci, psikolojik-fiziksel hasarları ve dünyayı nasıl tanımladığıyla ilgili... Yani, günümüz selfie’lerinin projelendirmeye çalış- tığının tam aksine, sosyal medyaya hizmet etmiyor.

        DİKKAT İZLENİYORSUNUZ!

        Saatchi, izleyiciyi eserlerle dürtüsel ve beklenmedik şekillerde harekete geçirmek için baştan çıkararak anlatıyı destekliyor. Rafael Lozano-Hemmer ve Krzysztof Wodiczko’nun “Yakınlaştırma Pavyonu”nda, kameralarla çevrili kavernöz bir odaya giriyorsunuz. Kameralar her hareketinizi yakalıyor, 35 kat büyütüyor, döngüye alıyor, tavan ve duvarlara yansıtıyor. Ziyaretçiler, anında kendi fotoğraflarını çekmeye, ardından duvardaki yansımalarını fotoğraflamaya başlıyor. Meta selfie’ler gözlem altında olan, belgelenirken kendilerini belgeleyen insanların vahşi ve büyüleyici dürtüsünün döngüsünü gözler önüne seriyor. Oysa, kendinizi dijital sanat içinde bulduğunuz adrenalin altında, sanat kurumu tarafından izlenmektesiniz. Saatchi’de, her 14 kişiden birinin izlendiği 422 bin gizli kamerayla çevrili Londra’da. “Yakınlaştırma Pavyonu” gözetim hareketini tersine çevirerek selfie ve sosyal medya çılgınlığını derinlerden George Orwell’in 1984’üne bağlıyor.

        Sergi, 2013’te Mandela’yı anma töreninde çekilen Barack Obama, David Cameron ve Helle Thorning-Schmidt selfie’si, Ellen DeGeneres’ın 2014 Oscar selfie’si ve Kim Kardashian gibi popüler ‘ünlü selfie’leri bölümünden çok daha ilginç olan selfie yarışmasıyla sona eriyor. (Tabii, İngiliz astronot Tim Peake’in uzaydan çektiği selfie dışında) 113 ülkeden 14 bin selfie meraklısının katılımıyla gerçekleşen dünya çapında bir yarışmanın finale kalanları gösteriliyor burada. Bir kısmında narsisizm gizli ancak çoğu benliklerini usta sanatçıların kendi portrelerini resmettiği gibi olağanüstü şekilde yorumlamış. Gerçek kimliklerini kaygısızca ortaya koydukları derin bir yaratıcılık var.

        Gerek Van Gogh ve Kahlo arasındaki fark, gerekse sergiye gösterilen talep izleyicilerin sosyal medya kaosunun yanı sıra sanatın yeni tüketim biçimini yansıtıyor. Müze sanatı geleneksel olarak dokunulmazdır; eserler sorgusuzca sindirilir, sergilenir ve seyircinin yargılamasına fırsat vermeden eserin sanat tarihindeki yeri ve önemi kabul edilmiştir. Ancak Saatchi görüntülerle etkileşim kurma biçimimizin artık aynı olmadığını kanıtlıyor. Sergi, deneyime açık, diyalog kurulabilir. Çağdaş sanatçıların imaj kültürüne verdiği tepkiye karşın toplumun gözetim ve imgelere verdiği tepkiyi gözler önüne sererek serginin anlatısını destekliyor.

        Günün sonunda, selfie’ler hakkında daha yaratıcı, daha az yargılayıcı, klasik portrelere ise daha ılımlı, daha yaklaşarak, üstüne bir de selfie çekerek galeriden ayrıldım...

        Hurst: Sanat dünyası bu fenomeni göz ardı edemezdi

        Hurst, “Son 5 yüzyıldır insanlık kendi imajını yaratmayı ve sergileme dürtüsünü taşıyor. Sadece bu dürtüyü yansıtma yöntemimiz değişti” diyerek sergiyi açıklıyor ve ekliyor: “Yeterince ikna edici olursa, her şey sanat eseri sayılabilir.” Sergiyi eleştirenlere ise şöyle cevap veriyor: “Elbette bir ergenin değişik pozlarını Rembrandt’ın işleriyle kıyaslamıyoruz, ancak böylesine büyük bir fenomen sanat dünyası tarafından pek de göz ardı edilemezdi.” Sosyal medyada dünyanın bir numaralı müzesi seçilen Saatchi de selfie tutkunluğuna bu nedenle kayıtsız kalmadı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar