Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta bu köşenin başlığı “Uyuyan devi uyandırdılar” şeklindeydi. Başlıkla neyi anlatmak istediğimi de hemen ilk paragrafta şu şekilde izah etmiştim: “Bu metafor II. Dünya Savaşı’nda Pearl Harbor’un bombalanmasında kullanılmıştı. Ancak ben bu olaydan bahsetmiyorum. Altını çizdiğim uyanış, küresel tahvil faizlerinde görülen sert yükseliş.”

        Bu yazının hâlâ dumanı tütüyor. Yazı kaleme alınalı 3 işgünü geçti ve ortalık darmaduman oldu! Önce bir hasar tespitiyle başlayalım.

        Pazartesi günü Dow Jones endeksinde yaşanan 1.175 puan ya da bir başka ifadeyle yüzde 4.6’lık kayıp, Ağustos 2011’den beri yaşanan en sert düşüştü. Üstelik işlem hacmi de oldukça yüksek gerçekleşti. Son 10 yılın en yüksek işlem hacmiyle bu satış gerçekleşti. Böylece ocak ayı boyunca yüzde 8’e yakın yükselen Dow Jones endeksi, şubat ayındaki 3 işgününde gelen satışlarla yüzde 8’lik kazanımın tamamını geri vermiş oldu.

        Hisse senetlerindeki satış sadece ABD hisse senetleriyle sınırlı kalmadı. Sadece şubat ayındaki 3 işlem gününde Japon Nikkei endeksine yüzde 8, Alman DAX hisse endeksine yüzde 6, Hindistan Sensex endeksine yüzde 5’e yakın satış geldi. Morgan Stanley’in gelişmiş ülke hisse senetlerinden oluşturduğu MSCI dünya endeksi de yılın ilk ayında yaptığı yüzde 7’lik primin tamamını 3 gün içinde geri verdi.

        Peki şimdi sorulara gelelim. Ne oldu da, yatırımcıların sadece ocak ayında rekor miktarda, 102 milyar dolar yatırdıkları hisse fonlarından küresel ölçekte bu kadar büyük bir çıkış oldu?

        Bunun birkaç sebebi var. Ancak bana göre en önemli sebebi ilk paragrafta yazdığım ABD tahvil faizlerinde yıl başından itibaren başlayan sert yükseliş. Aslında burada bir konuyu netleştirmek lazım. ABD tahvil faizlerinin 2, 5 yıl gibi göreceli kısa vadeli tahvillerindeki faizler uzun süredir yükseliyordu. FED’in faiz artışları, enflasyon beklentilerindeki artış 2 ve 5 yıllık ABD tahvillerinde zaten fiyatlanıyordu. Ancak sorun 10 yıl ve daha uzun vadeli tahvil faizlerindeydi. Uzun vadeli tahvil piyasasında işlem yapan yatırımcılar hikâyeyi başka şekilde görüyorlardı. Ne FED faizleri, ne de bozulan enflasyon beklentileri 10 yıl ve daha uzun vadeli tahvil yatırımcısını faiz artışı için ikna edebiliyordu. Ancak yıl başından itibaren bu algı değişmeye başladı. 10 yıllık ABD tahvilleri yüzde 2.85’i, 30 yıllıklar da yüzde 3.10’u gördü. İşte bu noktada “Büyüme gelecek ama enflasyon artmayacak; FED faiz artıracak ama küresel faizler yükselmeyecek” korosunun ayarı bozuldu!

        ŞİMDİ NE OLACAK?

        İlk bakacağımız yer düzeltmenin boyutu olacak. Yükseliş trendinde düzeltmelerin olması normaldi. Ancak kayıplar yüzde 10’ları aşarsa trend değişikliğinden bahsedilebilir. Nikkei borsası en yüksek yerini gördüğü 23 Ocak’taki seviyesinden yüzde 10 aşağıda. Ancak aynı durum henüz ABD borsaları için geçerli değil. Oradaki kayıplar en yüksek seviyeden yüzde 7-8’ler seviyesinde. Bu sebeple küresel olarak hisse senetlerinde çok iştahlı başladığımız ve rekor piyasa değerlerini gördüğümüz ana trendde yönün değiştiğini “teknik” olarak söyleyemiyoruz. Bir de işin sebep/sonuç ilişkisi kısmı var. Küresel ölçekte yaşanan bu paniğin sebebi tahvil faizlerinde yaşanan yükseliş. Peki faizlerin yükselmesini ve yüksek kalmasını gerektirecek bir durum var mı? Bence var. Eğer 2011’den beri dünya genelinde en iyi büyümenin geleceği seneye giriyorsak, eğer petrol fiyatı 70 dolara dayandıysa, o enflasyon gelecek ve o faiz de artacak! Bu sebeple hisse, tahvil ve dolar endeksinde olması gereken yeni denge kurulana kadar türbülans devam eder.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar