Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün akşam 1 Euro 4.55 TL’yi görerek tüm zamanların rekorunu kırdı. Geçen hafta da 1 Pound 5.11 TL’den işlem gördü ve bu da tüm zamanların rekoruydu. Dolar Türk Lirası paritesinde (kapanış bazlı, Bloomberg rakamlarına göre) yine geçen hafta 3.89’u gördük ki bu da tüm zamanların en yüksek seviyesiydi. Mevcut 3.87 seviyeleri de bize her an bu rekorun (maalesef) tazelenebileceğini hatırlatıyor.

        Şimdi geçelim tahvil bono piyasasına. Dün Hazine 2 yıllık ve 10 yıllık vadede olmak üzere 2 adet ihale düzenledi. 2 yıllık ihalede yüzde 13.75 ile 10 yıllık vadede ise yüzde 12.35 ile borçlandı. Bu oranlar size bir şey ifade etmeyebilir; biraz detay vereyim: 2 yıllık tahvil borçlanmasında Türk Hazinesi 2009 Nisan ayından beri en yüksek borçlanma maliyetini ödedi. Sadece 5 ay önce benzer 2 yıllık vadede borçlanmaya gittiğinde ödediği maliyet ise sadece yüzde 11’ler seviyesindeydi.

        Şirketlerin yabancı para cinsinden borçlanmasında da benzer bir durum var. 10 yıl vadeli dolar cinsi Türk şirket tahvilleri faizi ortalama yüzde 7-7.5 bandına çıkarken 5 yıl vadede bu oranlar yüzde 5.5’leri aşmış durumda.

        İLK 9 AYDA NE OLMUŞTU?

        Yıl başından geçtiğimiz eylül ayında kadar yurtiçindeki yerleşikler (vatandaş) döviz aldı. Bu alımlar o kadar ısrarlı devam etti ki 9 ayın sonunda döviz tevdiat hesaplarında 25 milyar dolar ekstra artış oldu. Enteresandır, aynı dönem içinde yabancı yatırımcı da ısrarla dolar sattı. Karşılığında 10 milyar dolara tekabül eden Türk hisse ve bono portföyü koydu. Ayrıca kaba bir hesapla da 16-17 milyar dolarlık yurtdışı piyasalarda kur swap işlemleri üzerinden TL’ye giriş oldu. Yerli ve yabancı arasında ilk 9 ayda geçen, bir nevi bilek güreşini andıran bu işlemlerin sonunda kur yüzde 14 değer kazandı.

        SON 2 AYDIR NE OLUYOR?

        İşte ne olduysa eylül sonundan itibaren oldu. Bir yandan yurtdışında ABD ekonomisi lehine esen güçlü rüzgârlar, diğer yandan da gelişen ülkelerle ilgili algının negatife dönmesi bizim için de “balayının bitmesi” anlamına geldi. Bir de bunun üzerine son 1 aydır Türk varlıkları üzerinde negatif baskı yaratan “ABD ve Almanya ile had safhaya varan diplomatik gerginlik” eklenince piyasalardaki baskı iyice belirginleşti. ABD ile vize problemi, Almanya ile AB fonlarının kesilmesi gerginliği bunlara verilebilecek ilk örnekler. Ayrıca siyasiler kadar piyasa oyuncuları da ABD’de devam eden Zarrab davasını yakından takip ediyor.

        Bu sebeple de son 1 aydır artık roller değişti. Dövizde artık yabancı alıyor, yerli satıyor. Öyle ki geçen 7 hafta içinde vatandaşın döviz satışı 12 milyar doları buldu. Tahvil ve hissede de yabancı satışları kendini göstermeye başladı.

        İşte bu konjonktür içinde Merkez Bankası elden geldiğince piyasaları, özelde de kuru kontrol altına almaya çalışıyor. Elindeki fazla tuttuğu doları sahipleri olan bankalara veriyor. Reeskont kredilerini TL ödeterek ihracatçının baskısını hafifletmeye çalışıyor. Son kertede de anapara değişimi olmadan vadeli dolar satımı (NDF) yapacağını açıklayarak ithalatçıların ileri vadeli dolar alımı için şimdiden panik yaparak dolar almamasını sağlamaya çalışıyor.

        Bunların hepsi yerinde ve olumlu hamleler.

        Muhtemeldir ki, Merkez Bankası kura gelen yabancı atağı devam ettiği takdirde en nihayetinde “faiz silahını” da kullanmak zorunda kalacak. Ancak Türk varlıkları üzerinde halihazırda yaşanan gerginlik ve baskının önemli bir bölümü, ülkenin makro ekonomisinin görünümünden ziyade Türkiye dış politika tercihleri ve bu sürecin özellikle Batılı yabancı yatırımcı üzerinde yarattığı “algı problemi”. Bunu dizginlemek ise sadece Merkez Bankası’nın yapabileceği bir şey değil.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar