Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yılın yarısına yaklaşırken biz dahil birçok gelişmekte olan ülkenin derdinin büyük oranda aynı olduğu anlaşıldı: “Fonlama maliyetleri arttı.”

        Geçen yılın son çeyreğinde başlayan ve şubat ortasına kadar devam eden “panik modu” geride kaldı. Gerçekten yaprağın kımıldamadığı, “riskli” diye tabir edilen bütün varlıklardan çıkılmaya çalışıldığı, gelişen ülkelerden (EM) çok ciddi para çıkışı olan bir dönemdi.

        Bu süre içinde “Trump’ın başkan seçilmesini”,“Avrupa’da Brexit sonrası yükselen milliyetçilik dalgasını”, “FED’in bir yılda 4’e kadar çıkabileceği iddia edilen faiz artışı beklentilerini” fiyatlamaya çalıştık. Daha doğrusu bu korkuları panikle fiyatlayan yatırımcıların paniğini yaşadık.

        Ama bu dönem bitti.. Özellikle mart ayıyla başlayan, çok satış yemiş riskli varlıkların “Her şey güzel olacak” mottosuyla yeniden portföylere konulmaya başlandığını gördük. 4 çeyrek artarak devam eden satış dalgasının perişan ettiği EM bono ve tahvillerinde bu sene ilk 2 çeyrekte nette para girişi görüyoruz. Türk tahvil ve hisse senetlerinde yılbaşından beri yabancı para girişi 3 milyar doları aştı. Benzer şekilde EM ülkelerinin hemen hepsinde benzer para girişleri görüldü.

        BANKA İHRAÇLARI DİKKAT ÇEKİYOR

        Sadece tahvil ve bono piyasasına para girmiyor. Uzun süredir yurtdışı borçlanmaya kapalı olan bankaların tahvil ihraçları da canlandı. Son 2-3 aylık dönemde kamu-özel 6 eurobond ihracı gerçekleşti. Bu ihraçların sonucunda bankaların yurtdışından yaptığı toplam borçlanma 3 milyar doları geçti. Vadeler de uzun. Bankalar en çok 5 yıllık vadeyi tercih ederken, 7 hatta 10 yıl vadeyi dahi gördük.

        Peki sorun ne?

        FED faiz artışları belki (henüz) ABD tahvil piyasasında çok ciddiye alınmıyor. Yıl sonu FED faizi tahmini yüzde 1.25-1.50 bandında bulunurken 2 yıllık ABD tahvili hâlâ yüzde 1.30’larda dolaşıyor olabilir.

        Ancak EM ülkelerinin kamu tahvillerinin, dolayısıyla da şirket tahvillerinin borçlanma maliyetleri arttı, hem de hissedilir şekilde. Türkiye hazinesi bu yıl sadece 5 ayda 6 milyar dolar, bankaları ise 3 milyar doların üzerinde borçlanarak hem likiditenin olduğunu hem de “yatırım yapılabilir ülke notu kaybolmuş” olsa da borçlanabildiklerini gösterdi. Ancak maliyetler artmış ve likidite geri gelse de oranlar düşmüyor.

        Hazine’nin 10 yıllık eurobond ($ bazında) borçlanmalarında yüzde 5.7- 6.00 gibi bir faiz aralığı oturunca, şirketler de 5-7 yıl vadede minimum bu oranları vermek zorunda kaldılar.

        Bir başka ifadeyle Hazine aracılığıyla 10 yıl vadede içeriye kaynak getirmenin dolar bazında maliyeti yüzde 6’lar seviyesinde. Şirketler ise üzerine ekstra prim ödemek durumundalar.

        Henüz FED’in faiz artırım sürecinin başındayken bizim için yüksek sayılabilecek bu borçlanma oranlarını dikkatli takip etmemiz gerekiyor. Eğer dört koldan (kamu, banka, reel sektör) yurtdışına borç arama yarışına çıkarsak bu oranların daha fazla yükseleceğini tahmin etmek zor değil. Yatırım yapılabilir ülke notumuz yok ve hızlı borçlanıyoruz. Bir stratejiye ihtiyacımız var. Uzun süre böyle gidemeyiz.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar