Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya genelinde son zamanlarda yapılan seçimlerde sonuçların ekonominin gidişatından nasıl etkilendiğini fazlasıyla gördük. Aklıma gelen ilk örnek İngiltere’nin Brexit kararı.

        İngiltere’de Brexit kararının alınmasındaki en büyük sebeplerden biri, “AB ile yürütülen serbest işgücü kararı sonrası İngiltere’nin aldığı göç ve bunun İngiliz işgücünde yarattığı sonuçlardı”. Özellikle Londra özelinde AB üyeliği büyük ekonomik kazanımlar sağlamış olmasına rağmen, İngiltere kırsalı bu refahtan pay alamadığı, üzerine de ellerindeki işleri Avrupalı göçmenlere kaptırmış olmanın verdiği kızgınlıkla “Brexit” kararının alınmasını sağladı.

        Bir başka ifadeyle, AB üyesi olmasa ne Londra Avrupa’nın sermaye başkenti olabilirdi ne de İngiliz ekonomisi son 15 yıldaki gibi sıçrama yapabilirdi. Ancak seçmenin ne hissettiği ve özellikle “işgücü kaybı, mülteci” gibi kavramlar bir araya gelince ortaya çıkan rakamlardan çok daha etkili olabiliyor.

        Bir başka örnek ABD’de yaşandı. Gelir dağılımı adaletsizliğinin tepe yaptığı, küreselleşmenin ve onun sağladığı avantajları kullanabilme yetisine sahip olan büyük şirketlerin yerel oyuncuları ezdiği ABD’de son seçimlerde büyük sürpriz yaşandı.

        Aslında 8 sene önce göreve geldiğinde kucağında “ekonomik kriz” bulan ve bununla mücadele etmek zorunda kalan Obama yönetimi, Amerikalı seçmenler tarafından cezalandırıldı. Obama yönetimi görevde kaldığı süre boyunca işsizliği rekor sayılabilecek yüzde 4.5’e düşürmesine rağmen ülkedeki göçmenler üzerinden yapılan “İşiniz elinizden alınıyor” kampanyası Trump’ı iktidara taşıdı.

        KALİFİYE ÇALIŞAN İMKÂNI SUNAN MODEL

        Bu örnekler gösteriyor ki, küreselleşmenin ortaya attığı, hepimizin de kanıksadığı “Üretimin nerede olduğunun önemi yok. Mühim olan en ucuza en uygun ürünün raflarda satılabilir olması” mottosu artık sonuç vermiyor. Bu sebeple de sanayiden kopuk, üretimin olmadığı ve istihdam yaratmayan bir modelin çok alıcısı olacağını düşünmüyorum. Hatta ortaya çıkan istihdamın bile bölgeler arasında nasıl dağıldığı önemli. Bölgeler arasındaki ekonomik farklılığın yüksek olması dahi ülke genelinde seçimlere damgasını vuruyor.

        Bu açıdan bakıldığında yüzde 13’leri aşan işsizliğin olduğu ülkemizde de istihdam öncelikli, imalat ve hizmet sektörlerine dengeli olarak dağılmış bir strateji geliştirmemiz lazım. Birkaç sektör üzerinden giden ya da istihdam yaratan ama kalifiye çalışan imkânı sunmayan bir model bizi çok uzaklara götürmez.

        TÜİK’in verilerine göre, yükseköğrenim mezunu işgücüne katılım oranımız 2017 itibarıyla yüzde 80’i bulmuş vaziyette. Meslek yüksekokullu çıkışlılarda bu oran yüzde 65, düz liselerde ise yüzde 53.

        “Peki biz bunların ne kadarına iş bulabiliyoruz?” diye baktığımızda, en düşük oranın yükseköğrenim mezunlarında, en iyi iş bulabilenlerin ise lise ve altında olduğu ortaya çıkıyor. Bir başka ifadeyle “her şehre üniversite kurmak” ile övünürken buralardan mezun olanlara iş imkânı yaratamıyoruz.

        Çünkü ekonomimizin mevcut üretim kapasitesi ve sistemi, kalifiye çalışandan ziyade kapasitesi ve yetenekleri sınırlı çalışan işgücüne uygun. Bu da aşmamız gereken ve her sene daha da ciddileşen bir sorun olarak önümüzde duruyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar