Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hayatın tüm iniş çıkışlarını bize duygusal olarak hissettiren vücudumuzdaki hücrelerin salgıladığı kimyasallar. Bu kimyasallar beynimizi etkileyerek mutluluk, zevk, stres, endişe gibi hisler yaratıyor. Ama son zamanlarda ikinci bir beynimiz olduğuna dair düşünceler popülerlik kazanmaya başladı: Bağırsaklarımızda yaşayan bakteriler!

        Bağırsaklarımızdaki bakteri hücrelerinin sayısı kendi hücrelerimizin sayısının 10 katı desem şaşırır mısınız? Adeta insandan çok bakteriyiz. Bağırsaklarımızda 10 binden fazla bakteri türü yaşıyor ve vücut ağırlığımızın 1-2.5 kilogramını oluşturuyorlar. Ayrıca sağlığımız üzerinde önemli etkileri var.

        Uzun yıllar bakterilerin sağlığımız üzerinde sadece olumsuz etkileri olabileceğine ve mide hastalıklarına yol açtıklarına inanılıyordu. Fakat bugün, bağırsağımızda sağlığımıza faydalı, iyi huylu bakteriler yaşadığını biliyoruz: “Probiyotikler”. Probiyotik fikri ilk defa 1892’de Fransa’daki bir kolera salgını esnasında Ilya Metchnikoff tarafından ortaya atılmıştı. Bazı insanların bağırsağında yaşayan bakteri türleri, koleranın büyümesine elverişli bir ortam yaratırken, iyi huylu bakterilere sahip insanlarda hastalık önleniyordu. Ancak bu teoriler uzun bir süre kabul görmedi. Aksine, modern yaşam tarzı bağırsaklarımızdaki bakterilerin çeşitliliğini azalttı. Bolca antibiyotik kullanmak hastalıkları iyileştirdi, ama bağırsağımızdaki iyi huylu bakterilere de zarar verdi. Sezaryen ile doğumun yaygınlaşmasıyla, bebeklerin ilk karşılaştığı bakteriler annenin doğum kanalındaki iyi huylu bakteriler yerine hastane ortamındaki veya deri üzerinde yaşayan bakteriler oldu. Tükettiğimiz sağlıksız besinler, bağırsaklarımızdaki iyi huylu bakterilerin hoşuna gitmedi, zararlı bakterilere ortam yarattı. Bütün bu değişikliklerin sağlık sorunlarına yakalanma riskini artırdığı düşünülüyor; obezite ve astım gibi. Hatta 27 Temmuz 2017’de yayınlanan bir araştırmaya göre, bazı insanlarda bolca bulunan F. nucleatum isimli bir bağırsak bakterisi, bağırsak kanseri hücrelerini etkileyerek hastanın kemoterapiye direnç göstermesine sebep olabiliyor. Yani sağlıklı olmak sadece kendimize değil, bağırsaklarımızdaki misafirlere de iyi bakmaktan geçiyor.

        BEYİN-BAĞIRSAK EKSENİ

        Son zamanlarda beyin-bağırsak ekseninden sıklıkla bahsediliyor. Bağırsaklarımızdaki bakterilerin beynimizi etkilediğine dair pek çok araştırma var. Yalnız belirtmeliyim ki bu konudaki çalışmaların çoğu farelerde yapılmış ve gerginlik, öğrenme, hafıza, korku, iştah gibi davranışlara bakılmış. Mesela steril ortamda yetiştirilip bağırsaklarında hiç bakteri olmayan farelerin davranışlarının daha farklı olduğu, hatta bu farelere bakteri aktararak davranışlarını etkilemenin mümkün olduğu iddia ediliyor. Örneğin, Toxoplasma gondii paraziti bulaşmış fareler, kedilerden korkmuyor! Veya bazı probiyotikler farelerdeki depresif davranışları azaltıyor.

        Peki, bakteriler beyinle iletişimi nasıl sağlayabilir? 3 değişik ihtimal var:

        1) Mideden beyne kadar uzanarak fiziksel bir bağlantı kuran vagus sinirini kullanarak.

        2) Bağışıklık sistemi hücrelerini etkileyerek.

        3) Beyni etkileyen kimyasallar salgılanmasını sağlayarak. (Bakteriler kendileri beyni etkileyen kimyasallar salgılayabilir veya bağırsaktaki endokrin sistemi hücrelerimizi etkileyebilirler. Endokrin hücreleri, mutluluk hormonu serotonin salgılar.)

        PROBİYOTİKLER VE OTİZM

        Bakterilerin farelerde beyni etkilemesinden ilham alarak, bazı araştırmacılar probiyotikleri sinir hastalıkları veya davranış bozukluklarını tedavi etmek için kullanmaya çalışıyor. Bu henüz tartışmalı bir konu: Bazı bilim insanları bu yöntemin çok büyük faydaları olacağına inanırken, bazıları hasta ailelerine boş yere ümit verildiğini düşünüyor. Tartışmalı iddialardan biri, kötü huylu bakterilerin otizme yol açabileceği ve probiyotiklerle otizmin tedavi edilebileceği.

        2013’te yayınlanan bir araştırmanın iddiasına göre, geçirgen bağırsak sendromu olan hastaların nörolojik hastalıkları olması ihtimali daha yüksek. Bunu da bağırsaklar daha geçirgen olduğunda bakterilerin salgıladığı moleküllerin kana daha kolay karışması ve beyni etkilemesi ile açıklıyorlar. Bu araştırmada, hamileliği esnasında enfeksiyon ve yüksek ateş geçiren farelerin yavruları, otizmi andıran davranışlarda bulunuyor. (Kısaca ‘otizm fare modeli’ diyeceğim). Otizm modeli farelerde bağırsakların daha geçirgen olduğu görülmüş ve 4EPS adı verilen bir molekülün kandaki seviyesi sağlıklı farelere kıyasla 46 kat daha yüksekmiş. Farelere Bacteroides fragilis adında bir probiyotik aktarıldığında, bağırsak sorunları çözülmüş, 4EPS molekülü kana sızmamış ve otizmi andıran davranışlar durmuş. 2016’da yayınlanan başka bir çalışma ise yağlı besinler tüketen obez farelerin yavrularında sosyal davranış bozuklukları gördüklerini ve bunun bağırsaklardaki bakteri düzeninin bozulmasıyla alakalı olduğunu iddia ediyor. İnsanlardaki anne sütünde bulunan Lactobacillus reuteri adındaki bakteriyi farelere verdiklerinde bu davranış bozuklukları yok olmuş. Bu araştırmaya göre bakterilerin salgıladığı moleküller sinir sistemi ve mide arasındaki iletişimi sağlayan ‘vagus siniri’ni etkiliyor.

        ELEŞTİRİLER VAR

        Bu sonuçları yeterli bulmayan pek çok insanın eleştirileri şunlar: 1) Fare gibi basit bir hayvanda insanlardaki otizm kadar kompleks bir davranış türünü modelleyebilir miyiz? Farelerde sosyal davranış bozukluğundan bahsetmek mümkün mü? Farelerdeki araştırmalar doğru olsa bile, aynı probiyotiklerin insanlarda benzer sonuçlar verip veremeyeceğini bilemeyiz. 2) Beyin üzerinde çalışan bazı araştırmacılar otizm gibi davranış türlerinin temelinin beyin gelişimi esnasında atıldığına inanıyor. Sadece bakterilerin salgıladığı bir molekülün davranış bozukluklarını tek başına açıklayabileceğine inanmıyorlar. “Gelişimsel bir bozukluğu sonradan probiyotikler ile düzeltmek mucizevi olurdu” diyorlar.

        Bence bunlar yerinde eleştiriler. Şahsen, bu tedavinin insanlarda işe yaradığı kanıtlanmadan fazla ümitlenmemek gerektiğini düşünüyorum. Ama “imkânsız” diye kestirip atmak dar görüşlülük olur, bu alanda daha çok çalışma yapılmalı. Bağırsak bakterilerini otizm için olmasa bile başka hastalıklarda kullanmak mümkün olabilir. Belki de ileride bakterileri istediğimiz şekilde değiştirip tedavi için gerekli molekülleri salgılamalarını sağlayabiliriz!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar