Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi ali esad göksel haberleri

        HT CUMARTESİ / Ali Esad GÖKSEL

        Ben Arjantin taraftarıyım. Baştan söylemiş oldum. Zaten almış olduğum “Alman eğitimi” de bunu böyle öğretir: Lafı dolandırmadan, doğrudan ve net olarak beyan ediniz. Açık olunuz! Doğu aile terbiyesi ile büyümüş birinin bunu kavraması, kabullenmesi zaman alır. Ama eninde sonunda bu bir karar meselesi... Anladım. Ve tercihimi yaptım: Söyleyeceğimi söylüyorum. Şıppadak. Bir de şu var. Kimse şikâyetçi değil. Ne dedi, ne demek istedi, acaba “mesaj” nedir? “Kim, kimi destekliyor?” diye bir mesai gerekmiyor. Elbette, iki önemli husus var. İlki, insanlar mühim şahsiyetlere çok şey atfedip onları çözmeye daha hevesliler. Çok şükür bizim için bu söz konusu değil.

        İkincisi ise şu: Bir süre geçince, yaşla birlikte, bir nevi şöhret oluyorsunuz. Bir tasavvur edin. Coğrafyamıza has itinalı bir çelebilikle, usul usul anlatılacak mevzuyu “Dan” diye söyleyen biri var: “Latin Alemi dikkat çekicidir. Heyecan yüklü insanlardır. Kültürleri fevkalade zengin renklerle bezeli olup spor bütün bu hususların ifade edildiği bir platformdur. Dolayısıyla futbol sahalarını folklorun önemli bir arenası olarak görmek icap eder...” Bakın lütfen, her konuda olmasa da bu konuda Almanlar haklılar. Zaten çağ bizi buna zorluyor. Söyleyeceklerimizin harf sayısı ile tarif olunduğu bir zaman. Yoksa yoksunuz... İşte halimiz budur: “İnşallah kupayı Arjantin alır!” Mademki oyumu beyan ettim. Bir de gerekçeleri sunalım. Sorarım sizlere, Orta ve Kuzey Avrupa’yı ne diye destekleyeyim? Hele bizi Avrupa Birliği’ne alsınlar, o zaman bakarız. “Real politik” böyle. Onu da bize rahmetli Bismarck öğretmişti. Şimdilik hesap kitaptan azade duygularımla tercihteyim.

        Yaşasın Arjantin ! Peki, bu Arjantin aşkı nereden çıktı? İşte bunu anlatmalıyım. Yaklaşık 10 yıl ara ile iki kez Arjantin’e gittim. Gittim ama... Öyle üç günün yarısını jetlag, diğer yarısını da otelin “paralel” sokaklarını dolaşarak heba ettiğimiz komprime seferlerden söz etmiyorum. İlki 2005 yılı sonbaharı, ikincisi de 2014 yılı geç ilkbaharında, iki kez bu ülkenin ayak basmadık yerini bırakmadım.

        EGZOTİK ŞELALELER VE GÜNEY KUTBU

        Çoğu zaman Türkiye’nin “atlastaki” yerine hâkim olamayanlara rastlayınca “Bu ne cehalet?” diye iç geçiririz. Ama bir durun. Kendi kendinize bir sorun. Arjantin tam nerede? Sınırları nasıl, kimlerle biliyor musunuz? Haydi deyin. Kopya çekmeksizin ... İtiraf edeyim, ben gitmeden önce öğrendim. Ve ağzım açık kaldı. Bir kere kocaman bir ülke, küçücük bir nüfus... Yani Arjantin uçsuz bucaksız, boş ve çok güzel... Bir sınırı şelaleler ve egzotik bir iklimde iken, öteki sınırı Güney Kutbu’nda... Sınırdan sınıra, 5 saatten fazla uçuş mesafesi...

        Şunu itirafla yola koyulayım. İlk seferimde Arjantin’e ulaşmak çok cefalıydı. Air France ile olmayacak eziyetler eşliğinde gittik. İstanbul’dan Paris’e uçuldu. Havaalanında saatlerce beklendi. Zamanında kalkmayan bir uçak ve berbat bir servisle Buenos Aires’e inildi. Kendi kendime mecbur olmadıkça Air France levhasından dahi uzak durmaya söz verdiğimi hatırlıyorum. İkinci seferse “bir paşa baba” gibi idim. Şımartıldıkça şımartıldım. Bir kere büyük bir konfor, doğrudan uçuş... Hele uzun bir uçuşta doğrudan sefer hayati bir avantaj... Ya detaylar? THY özellikle uzun uçuşlarda giderek geliştirdiği servis standardı ile yolcuları fethediyor.

        Hemen yan tarafımda genç bir çift oturuyordu. O kadar mutlu, o kadar keyifliydiler ki kulak kabarttım. İstanbul’daki balaylarından dönüyorlarmış. Birbirlerine çektikleri İstanbul fotoğraflarını gösteriyor, kıkır kıkır gülüyorlar. Sonra servis başladı. Bizim yandaki taze evliler, her bir tabağın fotoğrafını çekmeye başlamasın mı? Dayanamayıp sordum. “Ne iş yapıyorsunuz acaba?” Küçük ve iddialı bir butik otelleri varmış. Uçaktaki servis standardını kendi personelleriyle paylaşmak isterlermiş. Aman ya Rabbim. Hem şaşırmış durumdayım. Hem de zevkten dört köşe...

        Öyle ya, yıllarca müstehzi yorumlara konu olan havayolumuzun bugünkü performansı herkesin ilgisini çekiyor. Bakınız sadece mutfak marifetlerinden söz ediyor değiliz. Kabin personelinin profesyonelliği, konularına hâkimiyetleri fevkalade... Yanımızdaki çift haklı. Bir süre sonra kendinizi “size mahsus” bir turizm işletmesinde sanıyorsunuz... Türk mutfağından dokunuşlarla uluslararası mutfak çerçevesinde hazırlanmış marifetler arka arkaya önünüzde. Musakkadan başlıyor, kılıç balığı şiş ile devam ediyorsunuz. Alkollü ve alkolsüz içecek listesi çeşitleri etraflıca... Uzun yolculuklarda, jet lag’le başa çıkmanın birinci çaresi şudur: Az yemek ve az alkol, rahat kıyafetler ve uyku... Bir de belirli aralıklarla hareket etmeniz.

        İşte bu son dediğimiz ise başlı başına bir fasıl... Kabin personeli sizi uyanık hele ayakta dolanırken görünce hemen davranıyor. Ya yeni uyanmış ya da uyuyamamış bitapsınız. Direnme enerjiniz düşük ya. “Ne alırdınız?” diye sıkıştırıyorlar. “Almam, istemem” cevabını cevap kabul etmeyip üsteliyorlar. Tam annemin sevdiği lisanla ısrar ediyorlar. Bir onun gibi yemin vermeleri eksik. Uçar kaçar yerime yerleşip rüyama devam ediyorum: Ravel’in Bolero’su misali biteviye tekrarda bir tango sahnesi... Büyük bir salon... Paris’teki yarışma salonu olmaya? “Ben iyi tango yapıyorum” diye şahsa mahsus tek kurallı bir rüya... Her kadın bir tek turu takiben beni bir diğerine devir ediyor.

        Nihayet... Kaptan anons ediyor. Buenos Aires’e iniyoruz.

        TANGO VE ŞEHİR

        Bir şehir bir dans müziği ile yatıp kalkabilir mi? Evet, burası öyle. Tango her yerde, her yer Tango’da... Kaldığımız otelde belli ki eşraftan birilerinin düğünü var. Süslü ve şuh kadınlar, havalı erkekler, her yaştan kadın, erkek ve çocuk... Herkes simsiyah briyantinli saçlarla dolanıyor.

        Başrolde tango.

        Yola düşüyoruz. Bir kahve, geçen asırdan kalma. İçeride belli belirsiz bir akordeon ve tango... Dışarı çıkıyoruz. Meydanın köşesinde bir kalabalık, tango yapan yaşlıca bir çift... Çok şıklar. Zamana ve modaya meydan okuyan bir şıklık. Galiba tangoyu tek defaya özgü kılan da bu: Dokunduğu yeri, eline aldığı kadını ve kavalyesini dönüştürüşü; şiir ve tutkunun vücut buluşu... Artık San Telmo zamanı... Benim için şehrin kalbi burada atıyor. Antikacılar, eskiciler... Hele pazar günü sergi açanlar, konularına göre kümelenmişler. Topladıkları ikinci el objeleri, kitapları, giysileri ve ziynetleri satıyorlar. Kıymetli ya da kıymetsiz... Beherinin bir hikâyesi var. Kim bilir ne hayatlara ve ne tangolara tanık oldular. Hepsine bakmak, her bir tezgâhtaki satıcı kadınla flört etmek istiyorum.

        San Telmo büyülü bir yer. Meydanın dört bir köşesini akordeon tutmuş. Tango berdevam... Mademki kendimize geldik. Enerjimiz tamdır. Buenos Aires’li arkadaşlar soruyorlar: “Eva Peron’u ziyaret edeceksin?” Bu bir soru mu yoksa içtihat mı? Bilemiyorum. Bildiğim son gelişimden bu yana, aradan 10 yıl geçmiş. Eva Hanım değişmemiş. Uzanmış dinleniyor. Mezarlık bir açık hava parkı gibi. Bilgi verenler, nutuk atanlar, elbette meraklılar... Eva Peron inanılmaz bir kadın olmalı. Madonna’nın ıslak sesiyle kulaklarımda: “Don’t cry for me Argentina!” Evita gideli kaç yıl olmuş, hâlâ yaşıyor gibi seviliyor, aşkla...

        Akşam yemeği. Sakın unutulmaya burası Arjantin. Hani bizde sağda solda başladı ya steak de steak. Yani et de et... Kuzum şöyle anlatayım net olsun. Siz hiç İstanbul’da baklava yiyen bir Gaziantepli gördünüz mü? Ben gördüm. Şayet Gaziantep’ten gelmiş kuru baklava ise... Yoksa değil yemek, dönüp bakmazlar bile. Ve haklıdırlar. Çünkü arz ve talebin tangosu bunu icap ettirir. Ve sakın unutmayalım, arzı talep terbiye eder. Peki, bütün bu laflar ne diye? Şu sebeple: Etiler Flamingo Yolu’nda yediklerinizi tam anlamak mı istiyorsunuz? İşte o zaman Buenos Aires et lokantalarına bakacaksınız. Sizi bilemem. Ama ben kendi adıma Beyti Bey’e giderim. Trakya süt kuzusu isterim. O kadar. Peki sair et lokantalarımız beceriksiz mi? Bilemeyiz. Daha oraya gelemedik ki. Malum an itibarıyla ellerinde malzeme yok.

        SABAH OLA HAYROLA

        Gece geç yatmaya bayılırım. Ama erken kalkmak? Dünyanın en aksi insanı olabilirim. Hani “Potansiyel arıza” derler ya. Türkçe’si “Bulaşma, uzağından geç...” Uçağımız sabah beşe doğru... Saat üçte kalkıp yola çıkmak gerekiyor. Odur budur derken uçak havalanıyor. Ohh, nihayet uyuyacağım. Yol dört saat. Nereye? Ushuaia. Burası çok meşhur bir yer.

        Güney Kutbu’ndan önceki son meskun menzil. Az açığında ise hepimizin çocukken öğrendiğimiz, hayranlık, kıskançlık ve merak arasında sallanarak kıvrandığımız ama bir daha hiç unutmamak üzere bellediğimiz bir yer var: Dünyanın ucundaki fener... Sorarım size Jules Verne’nin bu kitabını okumayanınız var mı? Ve okuyup da “Ah şu feneri bir de ben görseydim” diye heveslenmeyeniniz... Dört saat deliksiz uyku... Ardından Ushuaia’nın sert ve soğuk havası yüzümüzde. Kesin ve kaçınılmaz bir uyanış. Burası küçücük bir şehir. Denizciler. Lojistikçiler. Gemi acenteleri. Bazen armatörler. Çoğu zaman meraklı turistler. Bir de “Darwin müridi akademisyenler”... “Amcam türlerle ilgili fikriyatın ana fasikülünü bu muhitten kaleme almış. Üzerinden şu kadar zaman geçti” diyerek sakın ha bedbaht olmayasınız. Burası oldukça sakin bir yer. Gideni, geleni, dolaşanı, bizim buralar gibi değil. Dikkatliyseniz, baktığınızı görüyorsanız, neler var neler? Kim bilir belki rahmetli Darwin’e derkenar yazarsınız.

        Ve bir sürpriz. “Kaupe” adlı küçücük bir lokanta. Arjantin’in en başarılı üç lokantası arasında sayılıyor. Mutfak performansı nefes kesici... Ne dedik? Hayat sürprizlerle dolu. Dünyanın ucundaki fenerin üstünde yaman bir aşçı... Sonraki durağımız Canal de Beagle... Atlantik ile Pasifik arasındaki meşhur geçit. Her denizcinin sevdası. O gün karar veriyorum, Güney Kutbu’na gitmek istiyorum. Tez zamanda. Hemen eski seyyahların kitaplarını alıp okuyacağım. Hazır olmak için... Sonra, daha dün güzel bir haber okudum. Beklenin tersine Güney Kutbu buzul kütlesi rekor bir büyüme gösteriyormuş. Arjantin’e doğru daha da yaklaşmış. Görüyor musunuz Güney Kutbu da Arjantin’i tutuyor. Yani yalnız değilim. Eyyyy Almanlar. Eyyyyy Merkel. Şu NSA kayıtları bir gelsin. Mesut ile neler konuştun bileceğiz... Korkma ve titre! Fıtratında ikinci olmak var ise... Haftaya Dünya Şampiyonu Arjantin’imle devam...

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa