Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Chao Phya nehri hakkında bilinmeyenler...

        HT Cumartesi ekinden Ali Esad Göksel,Tayland'ıve bu egzotik ülkede yer alanChao Phya nehrini kaleme aldı.

        Ezelden beri su yollarına meraklı insanoğlu. Öyle ya hem ulaşım, hem içme, hem de temizlik... Her derde deva su! Üstelik de çok güzel... Daha ne olsun? Biliyor musunuz, kültür coğrafyaları her şeye damgasını vurmada. Gelin çevremizdeki izimizi bir listeleyin. Daha da fazlasını misliyle suya bırakıyoruz. Neredeyse Freudyen bir kartvizit gibi; hayatımız da orada başladı idi, malum. Hele bir hatırlayasınız lütfen...

        Tevere’ye eski Romalılar, Canale Grande’ye Venedik Cumhuriyeti nasıl davranıyordu? Ya da yanı başımıza bakalım, Bizans ve Osmanlı, Boğaziçi’ne? Bu öyküler biraz da bizim fotoğraflarımız gibi değil mi? Yazanlar ve onları okuyanların. Elim Chao Phya’nın içinde suyun hafızasına selam vermede. Bu merasimin bir de fon müziği var; rap ritimli...

        Su motoruyla burnu havada, kendi atakta, dar ve uzun eski sandal irisindeyim. Beni çok meşhur deniz mahsulleri lokantasına yetiştirmekte. Burası öyle bir şehir ki araba ile gitmek için deli olmalısınız. Ya çok vaktiniz ya da klimadan imtina edemez bir mizacınız olmalı. Şayet aceleniz varsa Bangkok size iki seçenek sunuyor: İlki, kendinizi Indiana Jones gibi hissedeceğiniz Tuk Tuk, ikincisi Chao Phya. Mevzun sandalın içine orada yaşayacakmışcasına yayılmışım! Senenin yarısını havalide pinekleyerek geçiren geçmiş yazarlara benzemek istiyorum...

        BUDİST HAVZA

        Şu laf var ya: “Su akar Türk bakar!” Ne demek, tam tamına anlamanın yolu Chao Phya’yı görmek! Yılın hangi mevsimi, günün hangi saati önemli değil! Nehir her daim dolu. Tıklım tıklım... Bırakınız ses sedayı, bir itiş kakış bile görmüyorum. Herkes kuralı içselleştirmiş. Refleks adeta! Bakıyorum, bir yol yordam edep mektebi... En küçük sandal dahi nereden, nasıl dönecek, biliyor. Hiçbir kimse kafasına göre takılmıyor. İlk Bangkok seferimiz değil. Ama sanki bir zamanlar çok sevmiş olduğum aşkıma mutad ziyaret saati gibi. İnsanın kalbi nasıl atar? İşte öyleyim... Lan Na’nın güngörmüş ve küçücük ölçeği vardı ya... Üstelik neredeysa el değmemiş hali... İşte ondan sonra: Bangkok.

        Her seferinde aynı soru: Burası bir asır önce kim bilir nasıldı? Bırakın asrı... 30 yıl öncesini hatırlıyorum. Bugün gibi... Bir şiir kadar narin bir şehir ve nehir aşkı.Birbirleriyle kâh romantik, kâh ihtiraslı bir dans için. Bir kere sarmaş dolaş olmuşlar, ayrılmamacasına... Doğuya mahsus rengârenk bir palet. Niçin aklıma seyahat etmek gelince nefesleniyorum... İlk hedefim Uzakdoğu oluveriyor. Bu çok renkli ve gürültülü sükûnet, başka nerede var ki? Chao Phya’nın binlerce yıldır aktığı Budistçe kabulleniş havzası baştan çıkarıcı değil mi?

        ARİSTOKRATLAR SU KENARINDA

        Güney Doğu Asya dünyamızın en verimli coğrafyalarından. Yılın hiç yoktan yarısı yağışlı. Sadece bu mu? 5 dev nehir tarafından sulanıyor. Eklemeye hacet mi var, böyle toprakların tarihi de rengârenk. Artık çoluk çocuğun dahi bildiği Angkor Wat deltanın yıldızı. Ne zaman ki yıldız hamle üzerine hamleyle sarsılıyor, Siam parlamaya başlıyor. “Orası neresi, nereden çıktı?” demeyesiniz. Malum Orta Krallık, Çinlilerinin “Xiam” diye tavaf ettiği topraklar...

        Portekizlilerin dili dönmeyince oluvermiş Siam. Tüm coğrafyanın kimin etki alanı olduğunu keşfetmek kaşiflik mi ister? 17’ndi yüzyılın Ayatthuya’sında sosyal sınıflar nasıl olsa gerekti? Siam Kraliyeti’nin yakın halesindeki Çinli ailelerin serveti her türlü hayalin üstünde idi. Bunlardan Chotikapukkana Köşkü Chao Phya’nın kenarında idi.

        Tam tamına 1 milyon metrekarelik bahçeye yerleşmişti. Nasıl?

        1680’lerin Bangkok’una gelenlerin görüp de yazdıkları ise “Altın, altın, altın...” Her çatı, kubbe, heykel, ne gördülerse altın diye kayda düşülmüş.

        SEYYAHLARIN YÜZYILI

        En çok geçen yüzyılın seyyahlarına imreniyorum. Düşünün, menziller vahşi kapitalizm hoyratlığıyla hırpalanmamış. Neredeyse oldukları gibiler. Buna karşılık yeni bir şey çıkmış ortaya... Bugün anıt oteller diye adlandırdığımız efsaneler artık sahnedeler! Onyıllarca dünyanın en iyi oteli seçilen otel Bangkok’ta. Neredeyse son yarım asırdır Chao Phya’nın kenarına uzanıvermiş yaşlı bir hanımefendi gibi. Efsanevi The Oriental... Somerset Maugham gibi uzatmalı seyyahlara da ev sahipliği yapmış. Şöhretli yazarın, Uzakdoğu coğrafyasında kâh oraya kâh buraya savrulmuşluğu var. Oriental’da aylar geçirmiş. Otel elbette bu nadide konuklarını gerekli şıklıkla anıyor. Bugün Oriental’in en hoş suitlerinden birisi Maugham’a atfolunmuş. Müşteri listesi mi? II. Elizabeth’ten başlıyor... Aklınıza kim gelirse! Bangkok seferlerimden birisinde efsanevi Oriental’da kalmış idim...Köşe bucak her yerini görmüştüm. Biliyor musunuz, dışarıda acımasız bir dünya varsa. O zaman kendime dış dünyayı uzakta tutabileceğim huzur vadilerini aramadayım... Oriental gibi. Otel, ana yapı ve iki ayrı kanat. Ana yapı 19’uncu yüzyıl sonundan.

        CHAO PHYA’DA ŞARAP ZAMANI

        Eski kanadın en üst katındayım. Nouvelle Cuisine, 70’lerde yeri yerinden oynatan mutfak hareketinin peygamberi. Paul Bocuse, bana yurtdışındaki en iyi Fransız lokantası demişti: Normandie için! Ne zaman Bangkok ufukta gözükse Bocuse’u hatırlar, 10 kere Thai mutfağı yediysem ara verip bir de Bocuse seferi yaparım. Masam kaptan köşkü gibi: Nehri, gelen geçeni saymadayım. Gözümün önüne bir önceki seferim geliyor. Şahane sürprizi anbean hatırlıyorum... Artık beni tanıyan Normandie ekibi, “Annie Féolde burada” demesin mi... “O da kim?” Féolde aslen Fransız olan bir İtalyan. Floransa’daki Enoteca Pinchiorri’nin 3 yıldızlı aşçısı, 15 yıllık dostumuz. Şu işe bakın. Nereden nereye... Davranıyor. Sarılıp öpüşüyoruz.

        Mönü ile eşleştirilen şaraplar lokantanın şöhretine uygun. Öte yandan İtalya’nın en iyi kavı da Féolde Hanım’ın eşine ait. Normandie’nin istisnai mutfak ve servis performansı misafir yıldız ile taçlanıyor. Kralların nehrine Toscana’nın teraslı bahçelerinden bakıyor gibiyiz. O gece Féolde, Siam’a aşçı olarak mı geldi idi? Tam da değil. Rönesans başkenti Floransa’nın elçisi gibi idi. Ya sundukları? Malum hediyesiz elçi olmaz. İtalya’nın en iyi şarapları. Neler neler içildi...

        Ya mutfak, yemekler? Yemeğin başında füme kaz ciğeri ve yeşil elma kompostosu vardı. Sırasıyla ızgara şiş ıstakoz, ardından sarımsak ve aromatik otlarla lezzetlendirilmiş sardalya sunuldu. Muhtelif egzotik meyve ve İtalyan peynirleriyle doldurulmuş ravioli... Ana yemek olarak kuzu fırın ve badem ve püre. Son olarak peynir tabağı ve nihayet kahve mus ile doldurulmuş sütlü çikolata vardı. Nokta olarak komşu sevmez bir Floransalı’nın asla kabullenemeyeceği Siena keki sunuldu. O gecenin sonunda tekrar kucaklaşıyor, Toscana için sözleşip vedalaşıyoruz. Masamız kadehlerle bezeli. Grappalar, bitterler... Ve nihayet otelin özel motoru bizi otelimize bırakacak. Kaptandan rica ediyoruz: Şu yolu az biraz uzatsa ya! Bu kültür coğrafyasında hayır yok!

        Puromu yakıp nehrin belirsiz serinliğini hissetmeye çalışıyorum. Yanı başımızdan geçen mavnalar, motorlar, sandallar... En ufak bir sallantı? Hayır yok. Nefes kesici nehrin iki yanındaki büyük bahçeli, dev ağaçlı ve üsluplu yapıların çoğu elçilikler. Gerisi yeni yetmeler tatsız... Onları yok varsaymayı öğrendi idim bir kere. Gözümü kapatıp yaşanmış hayatları, coşkuları, aşkları düşünüyorum. Teknemiz nehrin üzerinde kayıyor. Dolunay da hayallerin içine... Ey lunatikler burası Siam...

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa