Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Sürekli mutluluk aramak aptallıktır'/ Gizem Sevinç Selvi'ni yazısı

        Gizem Sevinç Selvi/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Bir kere çok güzel. Üstüne üstlük kafası da zehir gibi. Yaz dizilerinde görüp de birbirinden ayıramadığımız kızlardan hiç değil. Biraz Sıla’yı andırıyor, onun gibi hafif delikanlı bir havası var. Zaten kendisi de “Çıtkırıldım değilim, kendi kendime yetebiliyorum. Başka insanlarda hiçbir zaman sevgi aramadım” diyor. Şu sıralar Baba Candır’da rol alan Berna Koraltürk’ün adını bundan sonra sık duyacağız, hazır olun!

        ■ Nasıl bir aile, nasıl bir çocukluk?

        Aslen Karadenizliyim ama İstanbul’da büyüdüm. Arada 10 sene Antalya’da yaşadım. Çocukluğumu tek kelimeyle özetlemem gerekse “Komik” derdim. Çok mutlu, çok eğlenceli geçti. Tek çocuğum, kuzenlerimle birlikte büyüdüm. Hatta ilkokul 1’e kadar falan kuzenlerimi kardeşim sandığım için sordukları zaman “3 kardeşiz” diyordum. Bir gün veli toplantısında anneme “Diğer çocuklarınız nerede okuyor” demişler. Eve gelip “Berna sen karıştırıyorsun herhalde, onlar senin kuzenin” dediğini hatırlıyorum.

        ■ Antalya’dan sonra İstanbul zorladı mı?

        Antalya’yı hiç sevmiyordum ki! Her daim tatil kafasında olmak çok güzel bir şey tabii ama.

        ■ Sürekli yaşayanlar için öyle mi?

        Tabii. Evlerde havuz var genelde ya da en kötü ihtimalle denize 15 dakika mesafedesiniz.

        ■ Tembel bir tip misin?

        Antalya’da yaşarken tatil olayını ne kadar sevdiğimin farkında değilmişim. Ne zaman İstanbul’a geldim, imkânlar bitti, deniz için çok başka yerlere gitmek gerektiğini fark ettim; o zaman anladım ki ben tam bir tatil insanıymışım. Bir şeylerin keyfini çıkarmayı çok seviyorum zaten.

        ■ Küçük keyiflerin var mıdır?

        Yalnız kalmak en büyük keyiflerimden biri mesela. Boş bulduğum her an resim yapıyorum. Kendimle vakit geçirmek çok hoşuma gidiyor. Arkadaşlarımla olmayı da severim o ayrı. Bir de benim için her zaman işin komik bir yanının olması gerekiyor.

        ■ Bardağın dolu tarafını görenlerden misin?

        Genel olarak keyifli bir tip olsam da arıza taraflarım vardır.

        ■ Ne gibi mesela?

        Bir şeyin gerektiği kadar iyi olmadığını görmek beni rahatsız edebiliyor mesela. Daha iyi olabileceğini biliyorum çünkü. Ama yapacak hiçbir şeyin olmadığı durumlarda da “Boşver ya, tadını çıkar, rahatla” demeyi de bilirim. Bazen ne geliyorsa onu yaşamak lazım. Bizim işlerde de her zaman en iyisi olmayabiliyor, imkânlar yetmeyebiliyor. Agresif olmak her şeyi zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

        ‘HİÇ MAGAZİN KAFASINDA DEĞİLİM’

        ■ Başa dönelim. Oyunculuk nereden esti?

        Nostaljik bir keşfediliş hikâyem yok. Ajansa bağlı bir arkadaşım vardı o çağırdı “Tanınmamış bir yüz gerekiyor, görüşmeye” diye. “Ne kaybederim ki?” diye düşündüm.

        ■ Senin aklında yoktu yani hiç?

        Aslında vardı ama dizi gibi bir şey değil.

        ■ Ne vardı?

        Sinema vardı. Kendimi hayal ettiğim noktaları anlatsam inanamazsınız.

        ■ Eee, her şey hayal etmekle başlar!

        Evet evet, o da güzel yani. Hayalsiz yaşanmıyor.

        ■ Ne oldu görüşmede?

        Gidip audition verdim işte. Heyecanlandığım zaman çok konuşurum ben. Böyle konuşa konuşa sevdirdim kendimi herhalde... (Gülüyor.) Sonrasında Erol Avcı “Berna’yı bir projemde oynatmak istiyorum” demiş. Bunun üzerine Renda Güner arayıp “Biz sizinle çalışmak istiyoruz” dedi. “E ben de sizinle çalışmak istiyorum” dedim ama o sırada halimi görmeniz lazım! Motordayım, karşıya geçiyorum. “Yes yes yes!” diye yumruklarımı sıkıyorum. İnsanlar da “Bu neye seviniyor bu kadar” diye bakıyor tabii... (Kahkahalar.) Çok güzel bir andı.

        ■ Sonra?

        Gerçekten ufak projelerle başladı. Öyle öyle buralara geldi.

        ■ Alışılmış bir yüzün yok, bu güzellikle neden çok görmüyoruz seni? Özellikle mi kendini geri çekiyorsun?

        Hiç bildiğim şeyler değil ki. Hiç “Şurada görüntülenme” durumlarım olmadı yani. Pek magazin kafasında değilim.

        ‘KARŞININ ÇOCUĞUYUM’

        ■ Nasıl yaşıyorsun? Kiminle yaşıyorsun?

        Hâlâ ailemle birlikte yaşıyorum. Daha sakin ve alternatif yerler daha çok hoşuma gidiyor herhalde. Kalabalık ve göz önünde olduğum yerlerden hoşlanmıyorum. Kendimi iyi ifade edemiyorum öyle yerlerde. Sohbet etmeyi de çok sevdiğim için daha çok arkadaşlarımla konuşabileceğim, vakit getirebileceğim yerler hoşuma gidiyor. Genelde Kadıköy’deyim zaten, karşının çocuğuyum yani.

        ■ ‘Star ışığı’ meselesine inanıyor musun?

        Kesinlikle!

        Sende var mı sence?

        Bilmem!

        ■ Ün fetişin var mıdır?

        Coco Chanel hastasıyım. Kendisine bayılıyorum; hem yapı hem duruş hem de kreatif anlamda. Güçlü kadınlara her zaman için zaafım var.

        ■Kendini güçlü buluyor musun?

        Güçlü olduğumu hissediyorum. Bir durumla karşılaştığımda bir şekilde altından kalkabiliyorum çünkü.

        ■ Sürekli mutluluk peşinde koşanlardan mısın peki? Mutluluk ne demek senin için?

        Sürekli mutluluk aramak biraz aptallık. Çünkü ne olursa olsun; ister hayvan sevgisi, ister insan sevgisi, ister doğa... İnsanın bir derdi olduğunda hiçbir şey mutluluk vermiyor. Bence mutluluktan da önemlisi haz. Bazen birini çok seversiniz, size mutluluk vermese bile onu sevmeye devam edersiniz mesela. Acısı bile haz verir. Neyin nereden haz vereceğini bilemiyoruz.

        ■ Hayvanlarla aran nasıl?

        Çok seviyorum hayvanları. Küçükken vardı, evimiz de müsaitti. Şimdi evde kimse olmadığı için beslemeye kıyamıyorum. “Kedi mi, köpek mi” derseniz köpek insanıyım.

        'ERKEKLERE GÜVENMEM, ONLAR DA BANA GÜVENMESİN'

        ■ Dizi ortamı nasıl gidiyor?

        Bu kadar yoğun olacağını tahmin etmiyordum başta. Her güne ekiple başlayıp ekiple bitiriyoruz ama çok keyifli. Her şeyden önce, genç bir kadro... Settar Tanrıöğen ve Tülay Bursa bambaşka tabii ama gençler fıkır fıkır, çok enerjik. O kadar yükseliyoruz ki, oyunu da etkiliyor haliyle.

        ■ Babanla aran nasıl?

        Öncelikle “Maşallah” diyeyim, aramız gerçekten çok iyi. Üniversite için İstanbul’a gelince dayanamayıp peşimden geldi, o derece.

        ■ “Babasının prensesi” kızlardan mısın yoksa daha başına buyruklardan mı?

        İkisi de değil, bizimki usta çırak ilişkisi.

        ■ Ee çok güzelmiş!

        Prenses olmayı asla kabul etmem zaten. Babam da hiç öyle bir insan değildir. Çıtkırıldım değilim. Her şeyi konuşur, tartışırız. İkimiz de çok hayalciyiz. Gözümü açtığımdan beri babam resim yapıyor. Mobilya işi yapıyor zaten, o da kreatif bir iş sayılır. Zanaat sonuçta.

        ■ Genetik demek ki.

        Tabii tabii. Benim güzel sanatlar maceram da öyle başladı. Etrafında sürekli bir şeyler yaratan birilerini görünce şevk geliyor insana. Saatlerce bir konu üzerine tartışabiliriz. Bu özellikle bir kız çocuğu için büyük bir şans. Hayatınızın her noktasına etki edebiliyor. Ailemde sevgiyi çok güzel yaşadığım için kendi kendime yetebiliyorum. Başka insanlarda sevgi aramadım hiçbir zaman, büyük beklentilerim olmadı.

        ■ En uzun ilişkin ne kadar sürdü?

        3 yıl. Hâlâ sürüyor, öncesinde de pek bir skalam yok zaten. (Gülüyor.)

        ■ İlişkilerinde nasıl görüyorsun kendini?

        Ben çok güvenmem erkeklere.

        ■ Onlar sana güvenir mi?

        Güveniyorlar ama bence o kadar da güvenmemeliler. Bence kimse kimseye çok güvenmemeli gerçi. Bir de erkeklerde şöyle bir şey var: Güzel bir kadın görünce o kadar çok anlam yüklüyorlar ki, ne çıkacağına bakmadan sürekli o anlamı yaşamaya çalışıyorlar. Bir dakika dur yani, belki başka şeyler var bende! Ama yok, kafasında belirliyor. Bugün konuştuğunla 1 gün sonra konuştuğun bile bir değil ki. Alışması falan... İlk başta cazip olan şeyler göze çarpıyor işte. O yüzden yüksek şeylere karşı hep temkinliyim.

        ■ Mesela?

        Direkt iltifatla falan başlayınca bir irite oluyorum zaten. Samimi olup olmadığı anlaşılıyor. Belli ki beni etkilemeye çalışıyor. Ben etkilenmek istemiyorum ya, tanımak istiyorum! Zekâ en önemlisi; zeki insan her zaman etkiler beni.

        'SUDA 500 SAAT GEÇİREBİLİRİM'

        ■ Sporla aran nasıl?

        1 ay falan pilates yaptım. Bir ara yoga yaptım, inanılmaz sıkıldım. Yapanlara saygı duyuyorum tabii ama bana göre değil. Takım oyunlarına daha yatkınım, yüzmeyi inanılmaz seviyorum. Suda 500 saat geçirebilirim. Boyum hiç göstermese de 6 sene basketbol oynadım. Onu da avantaja çevirdim ama insanların hiç beklemediği bir performans gösteriyordum. “Bu ne be?” falan diye bakıyordu diğer kızlar ama üçlüklerim iyiydi yani. (Gülüyor.) Üniversiteye hazırlanırken hepsini bıraktım ama.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa