Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi ‘Hayatın anlamı hep sır kalacak’

        Gülenay BÖREKÇİ / HT CUMARTESİ

        “Kirpinin Zarafeti” adlı romanıyla keşfettiğimiz Fransız edebiyatçı Muriel Barbery, “Gurmenin Son Yemeği” adlı romanında Marcel Proust’un adımlarını takip ederek yiyeceklerin peşinde hazza dair bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta hem adeta dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanan bir yemek eleştirmeninin ehlileşme sürecini anlatıyor hem de satır aralarında ekmekten dondurmaya birçok farklı lezzetin hayatımızdaki yerini araştırıyor. Bu lezzetlerden en mühimini finale saklayan Barbery ile yiyeceklerle ilişkisini ve romanını konuştuk.

        Birkaç yıl önce yayınlanan “Kirpi’nin Zarafeti” adlı o çok güzel romanı okumuş muydunuz? Paris’in en lüks semtlerinden birindeki şık bir apartmanın aksi mi aksi, dikenli mi dikenli kapıcısıyla snop apartman sakinlerinden birinin 12 yaşındaki depresif kızı arasındaki dostluğu anlatıyordu. Roman, Muriel Barbery’nin dünya çapında ün kazanmasını sağladı. Yazarın ilk romanıysa bizde yeni yayınlanıyor. “Gurmenin Son Yemeği”nin esas karakteri, ömrünün son iki gününde, gençliğinin ilk tadını hatırlamayı deneyen lezzet eleştirmeni.

        Pierre Arthens’in hikâyesi yıllar önce, büyükannesinin mutfağında başlıyor. Yemek yemek zamanla onun için açlığını doyuracak bir gereklilik olmaktan çıkıyor, uğruna hayatını ortaya koyacağı bir tutkuya dönüşüyor. Ölüm döşeğindeyken de çocukluğunun o ilk tarifsiz tadını aramaya başlıyor. Ama heyhat, hiçbir tat onu yeniden “uçuramıyor”. Arthens yine de yılmıyor; ne pahasına olursa olsun bir gün hayatının lezzetine kavuşacak...

        Barbery kitap boyunca adeta bir “tat dedektifi” gibi anılarını köşe bucak gözden geçiren Pierre Arthens’ın hafızasında dolaşmamıza izin veriyor, Aralarda da ekmek, mayonez, yumurta, dondurma gibi belirli yiyeceklere özel bölümler ayırıyor.

        Konu bu olunca ister istemez Marcel Proust’u ve İstanbul pastanelerinde “mekik” adıyla satılan şu minik Fransız kekleriyle ilgili teorisini hatırlıyorum... Bilirsiniz; Proust bir gün kremalı çayına batırdığı mis kokulu, leziz kekten bir ısırık alır. Ve ruhu altüst olur. Hizmetçisinin getirdiği kek, tıpkı çocukluğunda annesinin pişirdiği kekler gibi kokmaktadır. Bu koku, hayatının tüm ayrıntılarını, zaman hiç geçmemişçesine geri getirecektir. Dev eseri “Geçmiş Zamanın Peşinde” işte bu olaydan doğar.

        “Gurmenin Son Yemeği”nde Proust’un izinden giden Muriel Barbery’ye yiyeceklerle ilişkisini ve romanının ilham kaynağını sordum. İşte anlattıkları...

        ‘KARMAŞIK LEZZETLER HAFIZAYA İYİ GELMİYOR’

        “Gurmenin Son Yemeği” bizde yeni yayınlandı. O da tıpkı “Kirpinin Zarafeti” gibi masalsı bir anlatımla ilerliyor. Fikir nereden doğdu?

        Size garip gelebilir ama bu romanı yazmaya son bölümünden başlamıştım. Ölüm döşeğindeyken hayatını değiştiren o ilk muhteşem lezzeti hatırlayan bir yemek eleştirmeniyle ilgiliydi. Bu öyküyü yazmam konusunda bana ilham veren şey neydi, hiç hatırlamıyorum. Fakat karakterin uzun zaman önce kaybettiği bir tadın, “ilk tadın” peşine düşmesini, o arayış sırasında hem tattığı diğer lezzetleri hem de çocukluğunun basit zevklerini hatırlamasını yazmak açıkçası bana büyük haz verdi. Fransızların çok seveceği türden hazza dair renkli bir öykü çıktı ortaya. Umarım siz de seversiniz.

        Bazı temel yiyeceklere özel bölümler ayırmışsınız. Onları ölmek üzere olan bir adamdan dinleyince, hayatın anlamının onlarda gizli olabileceğini düşünüyor insan...

        Hayatın bir anlamı varsa bile bu bizler için bir sır kalacak. Öte yandan bana da hayatın anlamıyla yiyecekler arasında sıkı bir bağ var gibi geliyor. Şundan; biz insanlar hayvanla melek arası bir yerde duruyoruz ve yaşamak dediğimiz şey neticede bedenle ruh, ihtiyaçla arzu, sağ kalma mücadelesiyle çaba isteyen incelikler arasında kurduğumuz bağlantıdan ibaret.

        Bu hikâyenin şahsi versiyonunu yazsanız nasıl olurdu? Demek istediğim Pierre Arthens gibi sizin de unutamadığınız bir yiyecek var mı?

        Benim tek bir hikâyem yok; hayatıma girmiş başka başka insanlarla alakalı birçok farklı anım var. Ama şunu biliyorum, hatıralarımı diri tutan lezzetler hep çiğ istiridye, ızgara balık, bahçeden toplanmış domates, tütsülenmiş et, bir demet maydanoz gibi en basit, sade, süssüz olanlar. Karmaşık lezzetler hafızaya iyi gelmiyor ve dünya bazen basit görünümlü bir tabak yemekte toplanmış gibi olabiliyor.

        ‘YEMEK UĞRUNA, ÂŞIK OLMA IHTIMALINI KAYBETMEK...’

        Karakteriniz gibi siz de bir yiyeceği ilk tattığınız anı hatırlar mısınız?

        İlk seferler neden önemlidir? Açıkçası yemek yemeğe düşkünüm, sadece yemeğe değil kokulara ve tatlara da... Güzel bir yiyeceği, sevilen bir yemeği ilk tattığınız an benzersidir, çünkü evrenin bu tadı hayatınız boyunca unutmamanız için bir anlığına durduğunu hissedersiniz. Sihir gibi. Ve artık hayatınızda o tadın, o anın bir anlamı olur. Onunla birlikte dünya da biraz daha zenginleşir.

        İyi yemek yapar mısınız?

        Hayır ama doğrusu kendimi geliştiriyorum. Geçmişte yemek yemeği o kadar severdim ki sıradan bir şeyler pişirmeye gönlüm razı gelmezdi ve benim yerime bu işi iyi yapan birileri, ustalar pişirsin isterdim. Zamanla yemek pişirmeyi de sevmeye başladım. Şimdi bir sebze bahçem bile var. Üstelik her geçen gün daha güzel, renkli ve bereketli hale geliyor. Bahçemden topladığım kabaklar ve pancarlarla leziz çorbalar yapmak bana gurur veriyor. Pişirme biçiminin, sofra düzeninin ve ritüellerin çok önemli olduğu Japon ve İtalyan mutfaklarına hastayım. İkisinde de sadelik, basitlik yüceltiliyor. Fransız mutfağınıysa sevemiyorum, çünkü hem çok karmaşık hem de gösterişçi.

        Yenilerde popüler olmuş, deyim yerindeyse iştah açan bir tür var; “yemekli” romanları sever misiniz?

        Pek değil. “Yemekli” romanları değil, sadece “iyi” romanları seviyorum. Ve iyi romanların belirli bir türe ait olmaları, belirli konulardan bahsetmeleri gerekmiyor. Mesela şimdi siz sorduğunuz için düşünüyorum ve aklıma bir tane bile yemekli roman gelmiyor. Tabii Marcel Proust’unkiler hariç. O her zaman, yemekten bahsederken de olağanüstü bir yazardı.

        Kitabınıza dönersek; esas karakteriniz bencil bir adam, yiyecekler dışında sevdiği bir şey de yok. Romanınızın şahane finaline dair ipucu vermeden şunu soracağım sadece: Diğer tüm arzuları dışlayan saplantılı yiyecek aşkı yüzden Pierre Arthens aslında neyi kaybetmişti?

        Âşık olma ihtimalini kaybetti, daha ne olsun?

        BU HAFTA NE OKUSAK

        ÇİZGİ ROMAN

        “Törenlere asla geç kalma. Asla mükemmel bir planı bozma. Şifreyi asla unutma. Asla ‘neden’ diye sorma...”

        Hiç yazı kullanmadan hazırladığı “sessiz” kitabı “Uzak”la dünya çapında ün kazanan ve böylelikle hepimizin aklına kelimeler olmadan da edebiyatın mümkün olabileceği gibi çılgın bir fikri sokan Avustralyalı yazarçizer Shaun Tan’den yine evrensel temalar üzerine kurulu bir resimli öykü. Desen Yayınları’ndan çıkan “Asla Neden Diye Sorma”da iki çocuk yaz tatilinde kazandıkları deneyimler üzerinden kurallar yaratırken bir yandan da var olan kuralları sorguluyor...

        Genç yaşında, kariyerine Oscar dahil sayısız ödül sığdıran Shaun Tan’in, kendi hayatından ve şahsi deneyimlerinden yola çıkarak yarattığı bu gerçeküstü dünyada karşımıza çıkan tablo gibi enstantaneler göz kamaştırıyor.

        ROMAN

        Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam modelliğine, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar sayısız işte çalışan Jose Mauro de Vasconcelos’un başyapıtı “Şeker Portakalı”, “acıyı” keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü.

        Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos’un çocukluğundan izler taşıyan “Şeker Portakalı”nın kahramanı küçük Zeze.

        Bir rivayete göre Vasconcelos Can Yayınları’ndan çıkan bu romanı 12 günde yazmış ama öncesinde tam 20 yıl yüreğinde taşımış. 12 günde yazıldığına bakıp dudak bükmeyin, henüz okumadıysanız çok şanslısınız, dünyanın en güzel çocuk kitaplarından biri sizi bekliyor...

        MASAL

        “Bir zamanlar Messina’da, Kola adında bir oğlu olan bir kadın yaşarmış. Kola sabahtan akşama kadar hep denizdeymiş. Annesi de ona kıyıdan, ‘Kola! Kola! Karaya çık, sen balık değilsin ki!’ diye seslenirmiş. Ama oğlu hep daha uzaklara yüzermiş. Günlerden bir gün sabrı taşmış ve ‘Kola! Dilerim balık olasın!’ diye haykırmış. Hiç demeseymiş keşke! O gün cennetin kapıları açıkmış herhalde, öyle ki ne dilense oluyormuş. Kola bir anda yarı insan, yarı balık olmuş, parmakları ördek ayağı gibi, boğazı da kurbağa boynu gibi olmuş.”

        Büyük yazar Italo Calvino’yla denizler altına dalmaya, Venedik, Sicilya, Palermo ve diğer şehirlerde anlatılan İtalyan masallarını dinlemeye var mısınız? “Deniz Masalları”nda, “Balık Kola”dan “Yosunlarla Kaplı Adam”a sularda geçen altı güzel İtalyan masalı, Barbara Nascimbeni’nin renkli illüstrasyonlarıyla hayat buluyor. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa