Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Son zamanlarda katıldığım her festival bana “Peki bunun arka arkaya yapılan konserlerden farkı ne?” sorusunu sorduruyor.

        Sırma KARASU / HT CUMARTESİ

        15-18 Ağustos 1969 tarihlerinde gerçekleşen Woodstock’un üstünden tam 46 sene geçmiş. Dört gün boyunca barışın, sevginin ve rock’n’roll’un hâkim olduğu festival, sadece büyük bir müzik olayı değil dünya tarihine etki eden olaylardan. 1969’dan bu yana Batılı festival geleneği oldukça değişti. İlk Woodstock’un gerçekleşmesine olanak veren özgür ve yaratıcı ruhun yarattığı organik deneyimin aradan geçen yıllara rağmen aynı kalmasını beklemek naiflik olur. Hele de her geçen gün festival afişlerinde sponsor markaların isimleri müzik gruplarının biraz daha önüne geçerken.

        Son zamanlarda katıldığım her festival bana “Peki bunun arka arkaya yapılan konserlerden farkı ne?” sorusunu sorduruyor.

        WOODSTOCK KRİTERLERİ

        Ülkemizde son yıllarda grupların tümünün yabancı olması bir festival konsepti sayılmaya başlandı. Üç kelimeden oluşan tuhaf isimli yerli gruplar da bu festivallerin olmazsa olmazı. Festivali düzenleyen şirket, sene boyunca yayın organları üstünden şişirdiği bu grupları, festival zamanı Kurt Cobain’i diriltip Nirvana’yı getirmiş gibi büyük bir övgüyle pazarlıyor. Konsept konusuna geri dönersek, sanatçıların dört-beş sayfalık sözleşmeler ve astronomik ücretler istediği dönemde Woodstock kriterleriyle düşünmek komik olur. Ancak yine de ortak bir amaca inanan insanları bir araya getirmek kriterinden taviz verilmemeli. Son yıllarda sokak hayvanları yararına yapılan festivaller, bu kriteri canlı tutuyor. Bir de bundan yıllar önce belli bir hedefle başlayıp hem marka sponsorluğu dahiliyeti hem de sürekli değişen kültür politikaları sebebiyle içi boşaltılan ve bugün isminin hakkını veremeyen festivaller var.

        DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR

        Her sene düzenlendiği yerin değişmek zorunda kalması da festivalleri yıpratıyor. Bunu bu sene Küçükçiftlik’te aradığı festivali LifePark’ta bulan, bu yüzden de dinlemek istediği yegâne grubu kaçıran biri olarak söylüyorum; danışmanlara onbinlerce lira ödeyip afili stratejiler geliştirip devasa marka yönetimi ekipleri de kursalar, festivalle özdeşleşmiş bir alan yoksa seyirciyle sağlam bir bağ kurulamıyor. Seyirciye sunamadığınız açık yeşil alanı, çadır kurma imkânını sosyal medya üzerinden paylaştığınız özgürlük ve kaçış sloganlarıyla telafi edemezsiniz. Daha da bunaltıcı hale gelen, her kafanızı çevirdiğiniz yönde bir marka, bir logo olması. Bu seneki festivaller stant ve bayrak bolluğundan yürünmez haldeydi. Düşünsenize iki günlüğüne kurumsal hayatınızdan kaçmak için festivale gidiyorsunuz, her tarafta şirketinizin logosu, siz şok. Organizatörlere böyle bir şikâyeti ilettiğiniz anda gelecek “Ama başka türlü mümkün olmuyor” cevabını kesinlikle kaale almıyorum. Bütün dünyada festivaller sponsorluk gölgesinde yapılıyor. Ancak markalar da festival yöneticileri de logoları tabak gibi yerleştirmenin faydadan çok zarar olduğunun farkında, bu nedenle insanları festival ortamına uygun aktivitelerle markalarının eğlenceli olduğuna ikna edecek projeler geliştiriyorlar. Bütün bunları sıralasam da benim esas sıkıntım çok başka; büyük ismi olmayan festival heyecan vermiyor. Büyük isimleri sene ortasında fahiş bilet fiyatlarıyla satıp “artıklardan” da karman çorman yapılan festivaller işin doğrusu gitmeye değmiyor!

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa