Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Özge Özpirinçci büyük değişimini Habertürk'e anlattı

        EKİN TÜRKANTOS / GAZETE HABERTÜRK - PAZAR

        7 yılda birçok role büründü, büyüdü. İçindeki cesur kadın ortaya çıktı. Özge Özpirinçci, 7 yıl önceki haline atıfta bulunarak “O bebek, şimdi kadın oldu” diyor. Saçlarını kızıla boyatan genç oyuncuyla değişimi ve cesareti konuştukEkin

        Melekler Korusun’da 17 yaşında hayata karşı savunmasız, heyecanlı ve bir o kadar da başının dikine giden bir karakterle hayatımıza girdi Özge Özpirinçci. Pozitif enerjisiyle kısa sürede yol aldı. Oyunculuğunu geliştirdi, başarılı oldu. Ancak hep aynıydı. Hayatında değişimden zevk alsa da fiziksel olarak neredeyse hiç değişmedi; taa ki, bugüne kadar. O artık ‘kızıl güzel’ unvanıyla anılacağa benziyor. Çünkü dizisinin tatile girmesiyle birlikte yepyeni bir işbirliği doğdu ve ilk kez bir güzellik markasının yüzü oldu. Koleston’un yeni marka elçisi Özge Özpirinçci, bu işbirliği vesilesiyle ilk kez 29 yaşında saçlarını koyu kızıla boyadı. Ve gerçekten çok daha güzel oldu. Başta gözleri, sonra da içindeki cesur kadın ortaya çıktı. Değişimin hayatındaki rolünü, değişiklik yapmaktan çekinmeyeceği alanları, oyunculuğunda değişimin faydalarını ve elbette en önemlisi aşkın insanı değiştirip değiştirmediğini konuştuk. Karşınızda yepyeni imajıyla Özge Özpirinçci...

        Saçlarını çok beğendim, güle güle kullan. Güzel bir değişim yaşadın. Değişim kelimesi hayatında ne ifade ediyor?

        Değişim en sevdiğim kelime. Mesela uzun zamandır gittiğin bir restoranda yeni bir yemek denemek ister ama denemezsin. Benim hiç öyle tutuculuklarım yoktur. Tüm dünyayı gezebilirim, her türlü yemeği deneyebilir, her türlü kıyafeti giyebilir, değişik rolleri oynayabilirim, çok severim. Değişik insanlarla tanışmayı çok severim. “Değişim” ve “değişik” çok sevdiğim kelimelerdir ama saçlarım konusunda ne kadar tutucu olduğumu ilk, bu teklif geldiği zaman hissettim. Bir yandan değiştirmeyi çok istiyordum, hatta menajerime “Şöyle bir rol gelse de küt diye makası vursak” dediğim çok olmuştur. Değişim geri dönüşü olmayan bir şeymiş gibi hissediyordum hep. Ama proje için konuşunca bunun artık benim ihtiyacım olan bir şey olduğunu fark ettim. Etrafımdaki insanlar da destek oldu. Saçlarımı boyattıktan sonra “Bunu yapmakta geç kalmışsın”, “Canlanmışsın”, “Tenin bile daha parlak görünüyor” gibi yorumlar almaya başladım. Dolayısıyla bu değişim tam zamanında hayatıma girdi.

        “Geçmişi fazla düşünen, üzerine fazla hesap yapmaya çalışan bir insan değilim”

        Yoğun bir sezonu geride bıraktın. Dizi bitti. Böyle dönemlerde genelde oyuncular kendini tatile atar, biraz dinlenmek ister. Sen üstüne bir de değişim geçirdin...

        Ben durduğum zaman yorulan bir insanım. Bu süreçten önce 10 günlük bir tatil yaptım. O fiziksel yorgunluğum için bana yetti. Benim kafa zaten hiç durmadığı ve sürekli tilkiler gezdiği için fiziksel yorgunluğu atmam yeterli oluyor. Yüzmek, bir yere yetişmek ve sabah erken kalkmak zorunda olmamak zaten bana yetiyor.

        Kısa bir tatilin ardından “Değişime hazırım” mı dedin?

        Evet. O kadar heyecanlıydım ki tatilde bile sürekli kızıl saçlara baktım. Saçlarım boyanacakken o sandalyeye ne çıkacağını bilmeden oturdum. Tüm ekibe güvenmişim. Çünkü bende güven problemi var. Özellikle fiziksel durumlarla ilgili herkese kolay kolay güvenemiyorum. Bir anda bir baktım ki kendimi teslim etmişim, oturmuşum, boyayı kafama sürdürmüşüm.

        “Ne kadar özgüvenli bir kızsın, dediklerinde içimden aileme bir kez daha teşekkür ediyorum. O kadar güzel büyütmüşler ki beni”

        Kalbin küt küt atmaya başlamış tabii...

        Ufak çaplı bir heyecan atağı geçirdim. “Ayy başladık” diye... (Gülüyor.)

        Kariyerinde değişmeye başladığını hissettiğin en belirgin zaman dilimi neydi? Çünkü kadınlar fiziksel değişimden önce ruhsal bir değişim geçiriyor?

        Kesinlikle. “Ağır Roman Yeni Dünya”da oynadığım “Zehir Ahu” karakteri, hem mahallenin erkek çocuğu hem de komşularla, babasız büyümüş bir kızdı. Janti Metin’le hırsızlığa gittiklerinde kılığını değiştiriyor, seksi kıyafetler giyiyor, peruklar takıyor. Feminen tarafını biliyor ama içinde bir de öfkeli kız çocuğu var. Onunla kadının içindeki farklı karakterleri, duyguları, bir kıyafet üzerine tam oturduğunda eteğini aşağıya çekiştirmeden cesur bir şekilde gururla giyebilmenin rahatlığını... Daha sonra da Tatar Ramazan’daki Alin karakteri benim için tam bir kırılma noktası oldu. Çok öfkeli bir karakterdi. Karakter gereği öfkeli olmaya çalışırken biraz feminen tarafını da Özge’yle bağdaştırmaya çalıştım. Ama içimde o kadar öfke yok benim, nereden çıkarabilirim bunu? Öfke, ekranda bir kadında seksi durabiliyor. Çünkü intikam almak ister, güzel bir süreçtir. Orada hep bundan yola çıkmaya çalıştım. Dolayısıyla bu iki proje beni bu sürece hazırladı.

        “Kendimiz ya da bizi mutlu edebilecek şeylerle ilgili konuşmak yerine o kadar çok hayatın meşguliyetleriyle ilgileniyoruz ki...”

        Kaç yıl oldu?

        7 yıldır sektördeyim. “Melekler Korusun” dizisiyle başladığımda çok küçüktüm, tipim küçüktü, ufacıktım. Eski fotoğraflarıma bakınca kendi transformasyonumu görüyorum ama sanki dışarıdan bir müdahale yapılması gerekiyormuş gibi hissettim. Dergi ya da reklam çekimine gidiyorsun ya da dizide size zaten bir şeyler yapıyorlar ama ilk kez bu değişim bir rol için değil kendim için yaptığım bir şey oldu. Kendime fiziksel değişim anlamında bir şey yapmam. Tabii ki sporumu yaparım, kremimi sürerim, sağlıklı yaşama dikkat etmeye çalışırım ama saç değiştirmek bana hep “Aman boşver yıkayıp çıkıyorsun Özge” tadındaydı. Bir üşengeçlikmiş aslında, onu fark ediyorum.

        İyi ki yapmışsın, bu tonla gözlerin de daha çok ortaya çıkmış...

        Evet, çok kişi aynı şeyi söyledi. Annem de kırmızı kızıl, gözleri benden açık, cildi bembeyaz. Anneme çok yakıştığı için “Herhalde bana da güzel olur” dedim. Şu an tenim yanık, beyaz olduğunda daha da açılacak.

        Önceki röportajımızda “Kadınların içinde bir matruşka var” demiştin. Şimdi sen belki de içindeki yeni bir bebekle tanışıyorsun...

        Aynen öyle. O bebek kadın oldu şimdi. Duruşum bile değişti. Saçım, makyajım yapıldı. Şimdi size poz verirken bile daha bir kadınlaştığımı hissettim. Çok güzel bir duygu.

        "CESUR BİR KADINIM"

        Kendini cesur buluyor musun?

        Kendime haksız yere tevazu göstermeyeceğim. Evet, ben cesur bir kadınım. Gerek yaşam tarzım, bakış açım, uğruna savaşmak istediğim şeylerle cesurum. Şimdi burada toplantı yapıyorum ama buradan kalkıp bir eyleme de katılabilirim. Bu yetiştirilme tarzımdan kaynaklanıyor. Annem ve babam da sözünü sakınmayan insanlar. Ben de öyleyim. İplerin kopacağını bilsem bile, o an onu yapmak istiyorsam, kendimi engellemek istemiyorum. “Keşke yapsaydım” dememek için o anda yapıyorum

        Dünden bugüne Özge’ye baktığında terazi nerelerde ağır basıyor, eksikliklerin, artıların, başarılarınla nasıl bir denge var?

        Beraber oynadığım oyuncular maşallah bugüne kadar o kadar iyi isimlerdi ki, hepsinden bir şeyler emdiğimi fark ettim. Artılarımdan birisi buydu. Şu an Buğra (Gülsoy) ile oynamak çok keyifli geliyor bana, Lale Başar ile oynamak... Ya da bir tiyatro oyunu izlediğimde... Bodrum’da Sumru Yavrucuk’un oyunu “Shirly”yi izledim, bir önceki oyunu “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”yi de izlemiştim. O da inanılmaz. Bir mimik görüp çalıp hemen cebime koyuyorum.

        Peki kendinde eksik gördüklerin...

        Zaman yönetimi açısından eksiğim. Bir boş günüm oluyor. O gün kitap okumak, spor yapmak, arkadaşlarımla buluşmak, ailemi görmek, yemek yemek istiyorum sonra vazgeçip evde oturuyorum. Bu konuda biraz sıkıntım var, herhalde öğreneceğim. Çalışmadığımda okuyorum, yazıyorum, çiziyorum, araştırıyorum, oyunculukla ilgili teknikleri takip ediyorum ama çalıştığım dönemde hemen kesiliyor o.

        ‘SAĞLIKLI, SEVGİ DOLUYUM’

        Önünde poz verdiğin büyük çekmeceli dolabı düşünürsen kendi hayatında senin çekmecelerinden neler çıkar; ileride belki çocuklarına anlatacağın anılar, dönüm noktaları?

        Kendimle ilgili olaylarda o kadar unutkanım ki arkadaşlarım bundan çok dert yanar. “3-4 yaz önce ne yapıyordun?” de, hemen kalırım. Ama bir fotoğraf görünce o ana gidebiliyorum. Görsel hafızam var herhalde. Yoksa her şey boş tabela gibi. O çekmeceleri açarsak çok güzel bir çocukluk var bir kere. Sağlıklı, sevgi dolu bir kadınım. Onun özgüvenini, kaymağını yiyorum. “Ne kadar özgüvenli bir kızsın” dediklerinde içimden aileme bir kez daha teşekkür ediyorum. O kadar güzel büyütmüşler ki beni. Annem-babam ayrı ama ağabey çok ayrı. Bazen öyle bir noktaya geliyor ki, “Üzgünüm ama ağabeyim için sizi karşıma alırım” diyebilecek kadar seviyoruz birbirimizi ve bu onların daha da hoşuna gidiyor, annemin gözü doluyor. Çok hoşuna giden bir başkaldırış oluyor.

        Başka neler çıkar?

        Geçmişi fazla düşünen, üzerine fazla hesap yapmaya çalışan bir insan değilim. Geçmişle ilgili yapılacak en güzel şey, bir dostla konuşmak, bir fotoğrafa bakarken “Vay be, ne güzel bir gündü” demek. Benim hayallerim hep gelecekle ilgili. Bu aralar galiba Burak’tan (Yamantürk) dolayı performans sanatlarıyla ilgileniyorum ve çok hoşuma gidiyor. İnsanların kendi limitlerini zorlaması çok hoşuma gidiyor. Bir taraftan baktığında hayat o kadar zorlaşıyor ki...

        Maalesef...

        Bir tek Türkiye’de yaşayan insanlar için değil tüm dünya için böyle. Twitter’a bakıp bir fotoğraf görüyorsunuz; göç etmeye çalışan insanlar, Çin’deki köpek festivali, kadın cinayetleri, koalisyon mu olacak, erken seçim mi? Kendimiz ya da bizi mutlu edebilecek şeylerle ilgili konuşmak yerine o kadar çok hayatın meşguliyetleriyle ilgileniyoruz ki bize keyif veren şeyleri yapmaya vakit kalmıyor, kalsa bile onu yapmaktan utanır hale geliyoruz. O çok zor bir denge aslında. Bu benim hayatım, ben de zorluklar yaşıyorum. Evet, bütün dünyada zorluklar var. Ama o kadar alışmışız ki birbirimizi yargılamaya, dinlememeye... Ben başka birini eleştirirken hep şunu düşünüyorum: “Sen onun yolculuğunu yaşamadın. Onun zorluklarını, mutluluklarını, çocukluğunu, gençliğini bilmiyorsun aslında.” Ne kadar kendini tanıdığını düşünsen de her gün yeni bir insana uyanıyorsun. O yüzden biri yargılandığında üzülüyorum.

        "ŞARKI SÖYLEMEK ZORUNDA OLDUĞUMU ÖĞRENDİM"

        Canlandırdığın rollerden neler öğrendin bugüne kadar?

        Şarkı söylemek zorunda olduğumu öğrendim. Bir oyuncunun gerçekten iki dil biliyor olması lazım. Elime başka dilde bir senaryo ver, biri bana okusun, ben onu yapabilir miyim bilmiyorum. Yapabilirim gibi geliyor ama emin değilim. Bir oyuncunun müzik enstrümanı çalması lazım, bedenine çok iyi bakıyor olması, çirkin gözükmekten korkmaması, sesini doğru kullanması lazım. Bu konuların hepsinde biraz kendimi eksik görüyorum. Oyunculuk eğitimi almadığım için eksiklerimi hemen telafi etmeye çalışıyorum. Henüz şarkı söylemek ya da ses eğitimiyle ilgili bir girişimim olamadı ama dizi biter bitmez bu konuda kendimi kampa alıp şan dersi alacağım. Bu yaştan sonra müzik enstrümanı çalabilir miyim bilmiyorum ama keman çalmayı çok isterdim.

        "GEZEGENLER SIRALANDI BENİM İÇİN"

        Peki ya canlandırdığın karakterlerden sana kalanlar...

        Tatar Ramazan’daki Alin karakteriyle içimdeki sinirli ruh halini fark etmeye çalıştım. Eskiden oynadığım projelerden bugüne bakışlarım derinleşmiş gibi geliyor.

        Nasıl yani?

        Bu sektörde bakışlarını en beğendiğim oyunculardan biri Melisa Sözen’dir. Bazen “İçimden geçip arkaya mı bakıyorsun Melisa?” diyorum. Belki büyümek, içindeki kadını keşfetmekle alakalı bir şey, o sürece girdiğimi fark ediyorum. Diziden bir arkadaşım, saçım boyanacağı gün bana bir astroloğun yazısını gönderdi. Venüs ve Jüpiter’in dünyaya en yakın olduğu gün “Saç değiştirmek ve estetik için en uygun gündür” yazmış. “Gezegenler sıralandı benim için” dedim.

        Astrolojiden yararlanır mısın?

        Hiç bilmem ama etrafımda bilgisi olan birisi varsa saatlerce dinleyebilirim. Her ay Suzan Miller’dan burçlarımı okurum. Çok eğlenceli. İngilizce hayatımızda eksik kalan bir şey. Yorumları okurken bir kelimeyi bilmediğimde sözlüğe bakıp egzersiz yapıyorum.

        29 yaşındaki Özge Özpirinçci, Koleston’un marka elçisi olunca saçlarını kızıla boyatmaya ikna oldu.

        ‘BEN ASİ PRENSESLERİ SEVERİM’

        Mandala çılgınlığına sen de katıldın değil mi? En son sette mandala boyarken fotoğrafınızı paylaşmıştın...

        Sette sahnemizi beklerken kızlarla bir noktada herkes telefonuna gömülüyor. Ben de bu yetişkinler için boyama kitaplarını bir yerde görüp Burak’tan istemiştim. Burak da maşallah kitaplar, boya kalemleri almış. Ertesi gün sete bir gittim, kızların gözleri büyüdü. Karavanın masasını işgal ettik ve kalemleri döktük. “Biz bunu boyayıp evimize asarız” modunda sanat yaptığımızı zannettik. Telefonlarımıza gömülürken ne kadar izole olduysak ortak bir şey yaptığımızda o kadar sohbet etmeye başladık. Bir renk üzerinden çıkıp dansla, diziyle, sinemayla ilgili ya da kızsal şeylerle ilgili konuştuk. Sohbet etmeye yardımcı oldu bize. Ama tek başıma henüz boyamadım. Bir tür meditasyon gibi bir şey.

        Tek başına en çok ne yapmaktan hoşlanırsın?

        Yürümek. Çok güzel bir şey. Bırakıyorum kendimi, Caddebostan’dan, Kalamış’tan çıkıyorum. Bu yakada magazinciler var, patır patır çekiyorlar. Berrak’la (Tüzünataç) çok dalga geçiyoruz bununla ilgili. Kız yürüyor, onun sporu bu. Ve yine de her gün haberleri çıkıyor. Dolayısıyla karşı tarafta yürümeyi tercih ediyorum. Spor yapmak da çok mutlu ediyor beni.

        Berrak Tüzünataç’la geçen gün denizkızı oldunuz. Sevdin mi denizkızı olmayı?

        Evet, yönetmen Ketche’nin kızı Kayra’nın kıyafetiydi o. Bodrum’da yanımıza geldiler. İnternetten araştırdım, bu kıyafetle yüzülüyormuş, inanılmaz bir şey. Giydik, fotoğraflar çektirdik. Seviyorum öyle şeyleri. Şimdi küçük olsaydım kesin onunla yürümeye çalışırdım.

        Küçükken en sevdiğin masal karakteri kimdi?

        La Fonten masallarını ve Disney çizgi filmlerini çok severdim. Burak’ın yeğeni Defne’nin anaokulunda doğum gününe gittiğimizde Frozen çizgi filminin Elsa’sı ile tanıştım. Ben ki animasyon manyağıyım, onu bilmiyordum. Alaaddin’i severdim, Prenses Jasmine hoşuma giderdi. Mulan, Pocahontas benim karakterlerimdi. Ben böyle daha asi prensesleri severdim. Bu yüzden Brave’i de çok sevmiştim. Yurtdışında Disney Store’a gittiğimde bir şey almamak için kendimi zor tutuyorum.

        "ŞU AN İLİŞKİM PUDRA RENGİ, ÇOK GÜZEL GİDİYOR"

        Aşk insanı değiştirir mi?

        En son Arzum Uzun’un kitabını okudum. 15-17 yaş arası kızlarla alakalı bir hikâye. 15 yaşındaki bir kızın aşkını okudum, sonra kendi 15 yaşımı hatırladım. Hoşlandığım çocuk bana baktı diye sevinçten ölesim gelirdi. 2 gün sonra beni görmezden geldiğindeyse kendimi yataklara atıp ağlardım. 15 yaşındaki bir kız çocuğu için o da aşk. Ama mesela “Açmayacağım telefonunu” durumu yaşayan bir kadınınki de aşk aslında.

        Her yaşın aşkı ayrı yani...

        Bir anda elin ayağın dolaşıyor, miden ağrıyor, ne yapacağını bilemiyorsun, doğru düşünemiyorsun, gördüğün suratları ona benzetiyorsun ve fiziksel bir değişim geçiriyorsun. Onu daha sonra kabullenmek ve içselleştirmek insanı daha zora sokuyor. Onun üzerine gidip “Ben bu adamın nesine âşık oldum?” diyecek etaba geçebildiysen o noktadan sonra rahatsın. Ama düşünüp de bir şey bulamıyorsan zaten geçmiş olsun, bitmişsin sen, yazık sana. (Gülüyor.) Artık kendini teslim et yani. Aşk, insanı her yaşta farklı değiştiren ama her zaman aradığımız bir şey gibi geliyor bana. Aşkı hayatının her evresinde istiyorsun. Her ne kadar “Ben hayatıma şu an kimseyi sokmuyorum yeter artık” desen de çat diye karşına biri çıkıyor ve bir bakmışsın âşık olmuşsun

        Geçenlerde Instagram’ında Burak Yamantürk’le bir fotoğrafını paylaşıp “O bana baktı, ben ona baktım; sonra bir baktık biz olmuşuz” yazdın, ne güzel bir ifade. İlişkiniz nasıl gidiyor?

        Şu an her şey yumuşacık, pudra rengi. İlişkim çok güzel gidiyor. Burak çok iyi bir insan, yardımsever. Bana her anlamda destek oluyor. Ben de ona olmaya çalışıyorum. Ailemde herkes sağlıklı, mutlu. Kuzenimin yeni bir çocuğu oldu. Çok yakınız birbirimize, benim çocuğum gibi. Ona baktıkça dişlerimi sıkıyorum. Öyle bir mutluluk girdi hayatıma bir anda. İşlerim çok iyi gidiyor, büyüyorum. Artık “Yanlış anlaşılır mıyım acaba?” sıkıntısını aştım, kendimi daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. O zor bir süreçti benim için. Kullandığım kelimeler çoğaldı. Vücudumla barışmaya başladım. Eskiden elimi, ayağımı fotoğraf çekimlerinde hep saklardım, çok büyük ve çirkin olduklarını düşünürdüm. Ama şimdi onların çalışıyor olmasının bile bir nimet olduğunu anladım. Her anlamda şükrediyorum ve şükrettikçe daha çok geliyor.

        Bu kadar güzel değişimlerin ardından yaz planın nedir?

        5 günlük bir tatilim daha var. Bayramda annemlerin yanına gideceğim. Baba zaten gezgin olduğu için o geziyor, ben annemle biraz vakit geçireceğim. Ağustos 15 gibi set başlayacak. Plan yapmayı pek sevmiyorum. Burak’la kafamız nereye eserse atlayalım arabamıza hop oraya gidelim, hop buraya modundayız, gezginiz yani

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa