Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Siyaset Felsefesi Nedir?

        Siyaset felsefesi, siyasal kurumlar ve bireyler üzerinde yoğunlaşmasının yanı sıra bireylerin içerisinde yer aldığı toplumsal-siyasal kurumların en önemlisi olarak düşünülen yasal, siyasal ve ekonomik işlevleriyle devleti, en genel anlamda iktidarı inceleyen bir felsefe disiplinidir.

        Siyaset felsefesi daha özel olarak yurttaşların yaşamlarını şekillendiren yasa ve kurallar üzerinde durur. Onun asıl konusu, yasa ile yönetilen toplumsal kurumlar içerisinde yaşayan insanlardır. Böylesi kurumların en önemlisi çeşitli yasal, siyasal ve ekonomik işlevleriyle devlettir. Devletten başka birçok kurum da toplum içerisinde yaşayan insanları idare ettiği için onlar da siyaset felsefesinin özel ilgi alanına girerler. Bütün bunlar göz önünde bulundurularak denilebilir ki en genel anlamda siyaset felsefesi toplumsal yaşamı sınırlandıran ve biçimlendiren iktidar ve onun kurumsal merkezlerinin incelenmesidir.

        Siyaset felsefesi, sosyoloji ve siyaset biliminin malzemelerinden özgür bir şekilde yararlanmasına karşın, bu bilimler gibi yalnızca açıklayıcı ve betimleyici bir girişim değildir. Tarihin konusuyla da doğrudan ilişkili olmasına karşın kurumlar ve onların uygulamalarının nasıl ortaya çıktığını yeniden sayıp döken bir bilim de değildir. Siyaset felsefesi, daha çok olay ve olguları yorumlar ve değerlendirir. Ayrıca toplumsal etkinlikler ve kurumların anlamı ve haklı kılınmalarının kuramsal önemini tespit etmeye çalışır. Bir toplumsal örgütlenmenin iyi, doğru ve rasyonel anlamda açıklanmasının olanaklı olup olmadığını sorması nedeniyle siyaset felsefesi temelde normatiftir. 

        Siyasal olan üzerine rasyonel bir etkinlik şeklinde değerlendirilebilecek olan siyaset felsefesi Antik Yunan'da önemli bir felsefi disiplin olarak gelişmiştir. İlk önce Platon (ö. MÖ 448/7) ve Aristoteles'in (ö. MÖ 322) bugün hala klasik kabul edilen çalışmalarının siyaset felsefesine çok büyük katkıları olmuştur. Hatta söz konusu filozofların siyasal olana ilişkin düşüncelerinin, çağdaş siyaset felsefecilerinin yürüdükleri yolda onlara rehberlik ettiği bile söylenebilir. Siyaset felsefesi temelde demokrasi, oligarşi, krallık gibi siyasal iktidara yönelik düzenlemelerin haklı kılınması ya da eleştirel bir şekilde ele alınması ve bu düzenlemeler içerisinde devlet egemenliğinin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgilenir. Siyaset felsefesi, birey ve siyasal düzen arasındaki ilişkinin ne olduğu, bireyin siyasal düzene karşı ne tür yükümlülüklerinin olduğu ve söz konusu yükümlülüklerin doğasının ne olduğuyla da ilgilenir. Bunlarla birlikte siyaset felsefesi, ulus ve onun içerisinde yer alan grupların bulundukları konum itibarıyla siyasal düzenin kimliği ve tutarlılığı ile siyasal olanın ve siyasal düzenin oluşmasında kültür, dil ve ırkın ne tür bir rolü olduğunu da kendisine konu edinmektedir. Ayrıca muhafazakarlık, sosyalizm, liberalizm, faşizm gibi siyasal ideoloji ve değişik bakış açılarının temelleri ile devlet, birey, haklar, cemaat, adalet gibi kavramların nasıl anlaşılmaları gerektiği ve bu kavramların siyasetle olan ilişki biçimlerinin ortaya konulması sorunu da siyaset felsefesinin alanı içerisinde bulunmaktadır.

        Siyaset felsefesi, mümkün ve var olan çok sayıda siyasal organizasyon şeklinin eleştirisi ve haklı kılınmasıyla ilgili olduğu için, normatif bir nitelik taşıdığı için, siyaset içerisinde yer alan birçok kavrama; özellikle iyi, doğru, adil gibi kavramlara rasyonel temeller sağlamaya çalışır. Bu nedenle siyaset felsefesi içerisindeki birçok tartışma aynı zamanda yöntemsel olarak yapılan tartışmalardır. Bu tartışmalar, siyasetle ilgili normatif yargıların nasıl haklı kılınabilecekleri konusundadır. Siyasal olan hakkındaki normatif yargıların haklı kılınabilmesi için bu yargıların oluşmasına neden olan toplumsal ve siyasal zeminin rasyonel bir şekilde değerlendirilmesi ve zorlayıcı kurumlarla olan bağlantısının da ortaya konulması gerekir. 

        En küçüğünden en geniş çaplı olanına kadar tüm bu kurumlar, en azından ara sıra da olsa çeşitli yaptırımlarla üyelerinden kendilerine itaat etmelerini talep ederler. Bu kurumlardan siyasal olanlar, siyasal otoritesini; diğerleri de kurum olmanın gerektirdiği otoriteyi meşrulaştırmak için uğraşırlar. Çünkü herhangi bir kurumun, kendi üyelerinden itaat talep edebilmesi için onlara ya birtakım yaptırımlar uygulaması veya söz konusu insanların nazarında bir meşruiyete sahip olması gerekecektir. Bu bağlamda siyasal anlamda itaat yükümlülüğünün nereden doğduğu, yönetilenlerin yönetenlere neden itaat etmeleri gerektiği sorunu da siyaset felsefesinin çözüm aradığı sorunlardan birisidir.

        Siyaset felsefesinde klasik ve modern olmak üzere iki tür kuramdan söz edilmektedir. Klasik siyaset kuramları, ideal bir toplumun gerçekleşmesine yönelik çeşitli önerilerde bulunan kuramlardır. Modern siyaset kuramları ise söz konusu önerilerin ne anlama geldiğini izah etmeye çalışan kuramlardır. Siyaset felsefesinin en önemli sorunları devlete ilişkin sorunlardır. Devlete ilişkin sorgulamanın başında devletin kendisinin gerekli olup olmadığı tartışması vardır. Devletin bir baskı aracı ve bir kötülük olduğunu söyleyen birçok siyaset filozofu (bazı Sofistler, Kinikler, Proudhon ve Marx) devletin zararlı ve ortadan kaldırılması gereken bir kurum olduğunu savunmuştur. Siyaset felsefesinin bir diğer önemli sorunu kimin yönetmesi gerektiği sorunudur. Bu konudaki değerlendirmeler genel olarak iki temel yaklaşım çerçevesinde ele alınabilir: Birincisi, siyasi iktidarın, egemenliğin Tanrı'ya ait olması gerektiğini ve insanların Tanrı'nın yasalarınca yönetilmesi gerektiğini savunan ve teokrasi (Tanrı'nın yönetimi) adını alan yaklaşımdır. Teokratik bir yönetimi savunan düşünürlere örnek olarak St. Augustinus (ö. 430), Bossuet (ö. 1704) ve İslam düşünürlerinden Gazzali (ö. 1111) ve İbni Teymiyye (ö. 1328) verilebilir. İkincisi, egemenliğin Tanrı'ya değil insanlara ait olması gerektiğini savunan yaklaşımdır. Bu yaklaşımı savunan filozoflardan bazıları (Platon, Aristoteles, Farabi ve A. Comte), seçkinlerin yönetimi anlamına gelen aristokrasiyi savunurlar. Egemenliğin halka ait olması gerektiğini (demokrasi) savunan filozoflardan bazıları ise Protagoras, Rousseau, Locke, Hume ve Mill'dir.

        YAZAR

        Nevzat Can

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa