Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Finansal Yönetim Nedir?

        İşletmenin ihtiyacı olan finansal (mali) kaynakların en uygun biçimde sağlanması ve kullanılmasına ilişkin işlerin yönetilmesidir. Finansal yönetim, işletmelerin ve finansal piyasaların gelişmesinin ve diğer değişikliklerin etkisiyle uygulama ve bilim alanı olarak önemi artan bir işletme işlevidir. 

        Finans kelimesi, en dar anlamıyla para veya fon ile ilgili bir kavramdır. Türkçede "finans"ın karşılığı "maliye", "finansal"ın karşılığı olarak "mali" kelimeleri kullanılır. Nitekim, finans kelimesinin henüz dilimize girmediği dönemlerde kamu ve özel kuruluşların ve şirketlerin bu fonksiyonunu yerine getiren bölümünün adı "Mali İşler Bölümü" dür. Ülke fonlarının yönetimi "maliye"; ilgili bakanlığın adı uzun yıllardır Maliye (şimdi Hazine ve Maliye) Bakanlığı olmuştur.

        "Mali İşler Yönetimi"'nden "Finansal Yönetime" geçiş, ülkemizin kapitalizme daha sıkı eklemlenmesi ve para ve sermaye piyasalarının gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Finansal yönetimin alanı ve sınırları mali kelimesinin içeriğine sığmaz olmuş ve özellikle büyük şirketlerde "Mali Yönetim" yerini "Finansal Yönetim"e bırakmıştır.

        Büyük şirketlerde finans işlevi, finans fonksiyonunu yansıtacak şekilde örgütlenmiştir. Finansal yönetimi şirket organizasyon şemasına yerleştirmek gerekirse en tepe finansal yönetici CFO (Chief Financial Officer) olarak adlandırılan ve CEO'ya (Chief Executive Officer) rapor veren Finanstan sorumlu Genel Müdür Yardımcısıdır. CFO'ya bağlı iki müdürlük, Hazine ve Muhasebe Müdürlükleridir. Hazine müdürlüğü; Nakit Yönetimi, Kredi Yönetimi, Yatırım Harcamaları ve Finansal Planlama bölümlerinden sorumludur. Muhasebe Müdürlüğüne bağlı bölümler ise Vergi Yönetimi, Maliyet Muhasebesi, Finansal Muhasebe ve Bilgi Sistemleri birimleridir. 

        İşletmelerin temel fonksiyonlarından biri olan ve "finans", "finans yönetimi" diye de adlandırılan Finansal Yönetimin akademide ve iş dünyasında kabul görmüş ana hedefi, işletmenin ortaklarına ve genel olarak topluma değer yaratmak, dolayısıyla firmaların değerini ençoklayacak kararların alınmasını sağlamaktır. Finansal yönetimin kapsamını, bu amaca ulaşmak için alınan üç temel karar grubu oluşturur. Bunlar "yatırım kararı", "finansman kararı" ve "temettü dağıtım kararı"dır.

        İşletmenin faaliyetini gerçekleştirmek için hangi varlıklara yatırım yapılacağının kararlaştırıldığı yatırım kararları, vadeleri açısından kısa vadeli ve uzun vadeli olabilir. Uzun vadeli yatırım kararlarına sermaye bütçelemesi kararları adı verilir ve firmanın hangi projelere yatırım yapacağına ilişkin kararları oluşturur. Bu projeler, halihazırda var olan fiziksel varlıkların yenilenmesiyle ilgili olabileceği gibi, yepyeni faaliyet kollarını veya var olan faaliyetin genişletilmesini içerebilir. Yatırımlar, piyasada var olan ancak yeterince karşılanmayan talebi karşılama amacıyla yapılacağı gibi daha önce var olmayan yepyeni bir ürüne yönelik olabilir ya da var olan bir ürün veya servisin rakiplerden daha düşük maliyetle yapılmasını amaçlayabilir. Yatırım kararları, bilançonun uzun vadeli varlıklarını oluşturur.

        Yatırım kararlarının kısa vadeli olanları işletme sermayesi kararları olarak adlandırılır ve bilançonun sol üst kısmını oluşturur. Temel konusu, kısa vadeli operasyonel nakit akışlarının yönetimidir. Bir işletmede faaliyetlerin icrası aşamasında nakit girişleri ile nakit çıkışları arasında çoğunlukla uyumsuzluk vardır ve ayrıca nakit hareketlerinin miktarı ve zamanlaması önceden tam ve kesin olarak bilinmez. Finansal bakış açısından kısa vadeli nakit akışına ilişkin problemler, bu uyumsuzluktan ve belirsizlikten kaynaklanır. Finans Yöneticilerinin bir görevi de bu uyumsuzluğu yönetmektir. Bu yönetim alanına işletme sermayesi yönetimi denir ve firmanın işletme sermayesi (ticari alacak, stok, ticari borç) yatırım kararlarını oluşturur.

        Bir yatırım kararı verilirken yatırımın kabulü için en önemli kriter, yatırımın karlılığının belli bir eşik değerle karşılaştırılmasıdır. Yatırımın getirisinin bu eşik değeri aşması halinde yatırım kabul edilir. Bu eşik değer, sermaye maliyeti olarak ifade edilir ve yatırımın riskini ve finansal yönetimin ikinci ana karar konusu olan finansman kararlarını yansıtır. Finansman kararları, firmanın yatırım harcamalarının gerektirdiği nakdin nasıl temin edileceği ile ilgili kararlardır. Bu kararların sonucunda firmanın sermaye yapısı oluşurken bilançonun da sol tarafında kısa ve uzun vadeli borç ve özsermaye kalemleri yerlerini alır.

        İşletmenin ihtiyaç duyduğu fonlar, borç veya özsermaye niteliğinde olup bankalardan veya sermaye piyasalarından temin edilir. Şirketler, sermaye piyasalarından fon temin etmek için borcu temsil eden tahvil veya özvarlığı temsil eden hisse senedi şeklinde menkul kıymet ihraç ederler. Finansal yöneticiler (Finans Yöneticilerinin) ne oranda hangi kaynaktan fon temin edeceklerine karar verdikleri zaman şirketin riskinin düzeyine ve bunu yansıtan sermaye maliyetine de bir ölçüde karar vermiş olurlar. Sermaye maliyeti, borcun ve öz sermayenin ağırlıklı ortalama maliyetidir. Borç, öz sermayeye oranla daha ucuz bir kaynaktır dolayısıyla yüksek borç kullanma agresif bir karardır zira özsermaye karlılığını hızla artırır ancak aynı ölçüde firmanın iflas riskini de artırır. Borcun yararlarının iflas riski ile giderildiği nokta bir firma için ideal borç özsermaye oranını belirler ve bu optimal noktaya ulaşmak, finansal yönetimin ustalık ve becerisi ile gerçekleşir. Dolayısı ile, finansal yönetim sermaye piyasalarının işleyişini ve risk yönetimini de içermektedir. Zira, bugün borçlanma farklı para cinsleri ile yapılabilmekte ve farklı para cinslerinin faizlerindeki volatiliteye (dalgalanmaya) maruz kalınmaktadır. Vadeli işlemler, para ve faiz swap(takas)ları ve opsiyonlar gibi türev araçlar bu riskleri gidermede kullanılan önemli enstrümanlardır. Çağdaş finansal yönetim büyük ölçüde risk yönetimini de kapsamak durumundadır.

        Finansal yönetimin amacının şirketin değerini ençoklamak olduğu önermesi, firmanın yatırım kararları sonucu oluşan nakit akışlarının sermaye maliyeti ile bugüne indirgendiğinde bulunan firma değerinin yüksek çıkması için iki koşul ortaya çıkarır: Nakit akışlarının yüksekliği ve sermaye maliyetinin düşüklüğü. Bu iki durum, ancak doğru yatırım kararları ve doğru sermaye yapısı kararlarıyla ortaya çıkacaktır. İsabetli yatırım kararları firmanın projelerinin yarattığı nakit akışlarını ençoklarken, basiretli finansman kararları sermaye maliyetini firmanın risk seviyesine göre en alt (düşük) düzeye indirecektir.

        Finansal yönetimin üçüncü temel karar alanı, temettü dağıtım kararlarıdır. Temettü veya kar payı, firmanın karlarının nakit olarak dağıtılmasıdır. Firma sermaye maliyetini karşılayacak yeni yatırım alanları bulamaması halinde elinde biriken nakdi ortaklara temettü olarak dağıtmak isteyebilir. Bu miktar cari ve potansiyel yatırım fırsatlarının tutarına bağlı olduğu gibi temettünün şekline de bağlıdır. Bu şekil, ortakların tercihine bağlı olarak nakit temettü olacağı gibi hisse senedi geri satın alımı şeklinde de gerçekleşebilir.

        En yaygın temettü türü halka açık firmaların her yıl düzenli olarak dağıttıkları nakit temettüdür. Karın nakit olarak dağıtılması, firmanın nakdini ve dolayısıyla likiditesini ve dağıtılmayan karlarını azaltacaktır. Öte yandan, hisse değeri ile dağıtılan temettü arasında önemli bir pozitif ilişkinin olduğu, firmanın değerine zarar vermeyecek tutarlı bir temettü politikasının oluşturulması, finansal yönetimin ana konularından biri olarak telakki edilir. Uzun vadede pozitif değerli yatırımlardan temettü dağıtımı için vazgeçmeyen, yeterli serbest nakit biriktirmeden temettü dağıtım kararı almayan, cari düzenli temettü politikasını uzun vadeli hedef dağıtım oranı ile uyumlu kılan, firmayı ileride pahalı dış kaynak kullanmak zorunda bırakmayacak seviyede dağıtılacak temettü kararları, ortakların çıkarlarını en fazla koruyan kararlar olarak ifade edilebilir.

        Şirketlerin büyümesi ile birlikte finansal yönetim alanına iki önemli kavram dahil olmuştur. Bunlardan birincisi temsil maliyetleri diğeri ise kurumsal yönetişimdir. 

        Temsil maliyetleri, şirketlerin ortakları ile yöneticilerinin çıkar çatışmaları nedeniyle ortaya çıkan maliyetlerdir. Bu maliyetler, doğrudan olabileceği gibi dolaylı da olabilirler. Yöneticilerin kendi kullanımları için alacakları lüks otomobiller veya uçaklar veya yapılan gereksiz şirket satın almalar, doğrudan temsil maliyetine örnek olacağı gibi yönetimi denetleyecek dış kaynaklara yapılan ödemeler de bu sınıf maliyetlere örnek teşkil eder. Yöneticilerin risk almaktan çekindikleri için gerçekleştirmekten imtina ettikleri (kaçındıkları) pozitif değerli yatırımlar ise dolaylı temsil maliyetleri niteliğindedir. Bu temsil maliyeleri, iyi yönetilmezse özsermaye maliyetini artıracağı için şirketin pazar değerini olumsuz etkiler.

        Bir başka temsil maliyeti ise şirkete borç verenlerle ortaklar arasındaki çıkar çatışmalarından kaynaklanmaktadır. Ortakların borç verenler aleyhine yapacakları yüksek riskli yatırımlar veya şirketten yüksek miktarda temettü dağıtarak borç verenlerden para kaçırmak şeklinde tezahür eden temsil maliyetleri, borç verenlerin kendilerini korumak üzere alacağı tedbirlerle borcun maliyetini artıracaktır. Bu da şirketin sermaye maliyetini artıracak değerini düşürecektir. Finansal yönetimin nihai amacı şirketin değerini ençoklamak olduğuna göre özsermaye ve borca ilişkin temsil maliyetlerinin yönetilmesi finansal yönetimin özellikle büyük şirketlerde önemli hedeflerinden biri haline gelmiştir.

        Son yıllarda halka açık şirketlerin yönetiminde ortaya çıkan yolsuzluklar bu şirketlerin yatırımcılarını önemli ölçüde zarara uğratmış ve mağdur etmiştir. Birçok ülke böylesi durumlarla karşılaşmayı engellemek üzere kurumsal yönetişim ilkeleri geliştirmiştir. Bu ilkelerin temelinde şirketlerin faaliyetlerinin denetlenmesi suretiyle yolsuzlukların engellenmesi çabası vardır. Şirketlerin faaliyet raporlarının içsel kontrol yapısını ve finansal raporlamasını yansıtması, ülkedeki sermaye piyasası otoritelerinin denetim ilkelerini ve etik standartları belirlemesi, yönetim kurullarının bağımsız üyeleri kurullarına dahil etmesi ve şirketlerin şeffaflığını artıran pek çok raporlama gereksinimleri kurumsal yönetişim unsurlarıdır. Halka açık şirketlerde kurumsal yönetişim kurallarına uyum, şirketlere önemli masraflar yüklemektedir. Bu masraflara katlanmak istemeyen çok sayıda şirket borsa kotundan çıkmaktadır. Dolayısı ile burada halka açık olmanın yararlar ile kurumsal yönetişim giderleri arasında bir ödünleşme söz konusu olmaktadır. Finansal yönetim, bu konuda da şirketin değerini artıracak kararlar almak durumunda kalmaktadır.

        Geleneksel olarak finans teorileri, faydalarını ençoklamanın peşinde koşan rasyonel bireyler varsayımı üzerine kurgulanmıştır. Ancak bu varsayıma dayalı yaklaşımların piyasada fiyatlarda gözlemlenen anomalileri açıklamada yetersiz kaldığı da gözlenmektedir. Bu bağlamda, son dönemlerde bireylerin kararlarında her zaman rasyonel davranmadıkları, psikolojik durum ve ön yargıların finansal davranışlarını etkilediğini ileri süren ve "Davranışsal Finans Teorisi" diye adlandırılan çalışmalar gündemdedir.

        YAZAR

        Belkıs Seval

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa