Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Demokratlığa ince ayar

        Siyaset, demokratik bir yapının olmazsa olmazıdır. Ancak siyaseti savunurken, AKP'nin yanlışlarına göz yummak zorunda değiliz. Sosyal adalet konularını es geçmek, tersanelerdeki ölümleri gündemin arka sıralarına koymak demokratlıkla bağdaşmaz. Demokratlığa kadınsı ve ince bir ayar yapmanın zamanıdır

        Geçen hafta Türkiye dışında bir üniversitede izlediğim akademik bir toplantıda, oturum başkanı konuşmacılardan birini “Kendisi Amerikalıdır ve size konuya dair bir Amerikan perspektifi verebilir” diyerek tanıttı. Ben tam böyle bir girizgahı yadırgadığımı düşünürken, konuşmacı hoşuma giden bir tepki verdi. Şöyle başladı: “Evet, belki söylediklerimi Amerikan aksanıyla söyleyeceğim ama size Amerikan perspektifi filan vermeyeceğim çünkü benim uzmanlık alanım Rusya. Size olsa olsa Amerikan aksanıyla Rusya perspektifini verebilirim.” Akademik toplantılarda konuşmacıları “nereli” olduklarından ziyade hangi konuları çalıştıklarına vurgu yaparak tanıtmak anlamlıdır. Konuşmacılar elbette dilerlerse kendi “özel” alanlarına ilişkin bazı konulara atıfta bulunabilirler ya da kimliklerini ele veren bir rozet, dinsel eğilimlerini açık eden bir simge, mesela başörtüsü kullanıyor olabilirler, ancak bu onların kendi tercihleridir ve oturum başkanının bunu söz konusu etmesi şık olmaz. Yani bir oturum başkanı, “Görüyorsunuz işte konuşmacımız ay yıldızlı rozet takıyor, yani ondan ulusalcıların bu konuya nasıl baktığını dinleyeceğiz” gibi bir yorumda bulunmaz. Bu tür toplantılarda bunun gibi “yazılı olmayan” ancak deneyimli katılımcıların bildiği bazı kodlar vardır. Aktardığım ve aslında önemsiz gibi görünen bu an, beni başka düşüncelere gark etti.

        Tartışma “espri”si

        Öncelikle konuşmacının tepkisindeki incelik kayda değerdi. Konuşmacı, oturum başkanına dönüp “Benim nereli olduğumun şimdi burada ne anlamı var, ne diye benim bunca yıl emek verdiğim çalışmalarıma değil de Amerikalı olmama dikkat çekiyorsun heeyt!” diye azarlayıcı bir tavır içine girebilir, ortamı gerebilir, hatta belki işi iyice rayından çıkarıp orayı terk edip, kapıyı çarpıp gidebilirdi. Ama öyle yapmadı. Onun yerine şık ve esprili bir tepki vermeyi ve sonra da kendi işine bakmayı, yani konuşmasını yapmayı seçti. “Oturum başkanı bana gereken değeri vermiyor, ben de şimdi ona gününü gösteririm” diye düşünmedi. Biz de böylesi şıklıkla girilen bir konuşmayı dinlemeyi daha çok ister olduk. Konuşmacı, “kadınsı” bir tepki vermeyi seçmişti. Oysa Türkiye’de kadınsılıktan ziyade erkeksilik bir gurur kaynağıdır. Testosteron düzeyi yüksek bir toplumda yaşadığımıza şüphe yok. Bunun da tartışma adabını etkilediğini, demokrat çevrelerde bile yaygın bir erkeksilikle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

        Türkiye’de çok uzun bir zamandır öylesine kaba, kavgacı ve ikili kutuplaşmalar içine gömülü bir dille konuşuyoruz ki, tartışma “espri”sini yitirdik. Bu süreç içinde birer bıçak gibi bilenirken aslında ne kadar köreldiğimizin farkında mısınız? Kimileri bugün Türkiye’deki tartışma “espri”sinin öncelikler arasında olmadığını söyleyecektir. Çünkü bugün yıllardır boynumuzu büken askeri vesayetle hesaplaşma süreci içindeyiz. Türkiye’de siyasal alanı daraltan, siyasetin meşruiyetine gölge düşüren vesayetin didik didik ediliyor olması, şüphesiz demokratikleşme yönünde tarihi bir adım. Ancak sadece sonuca değil, sürece de bakmak gerek. Bunu samimi bir kaygı ile dile getiriyorum. Niyetimin Ergenekon soruşturmasını usul üzerinden eleştirerek onun önemini azaltmaya çalışanların ekmeğine yağ sürmek olmadığı ortada. Dikkati sürece (de) çekmek, sonucu önemsiz kılmaz. Sonuç ve süreç arasında tercih yapmak zorunda değiliz. Zaten benim ince ayar eksikliğiyle kastettiğim tam da bu. Tartışmayı ikili kutuplar arasında tercihler yaparak sürdürmek ve bu anlamda “kaba” olmak zorunda değiliz. Bazı demokratlar kendilerini böylesi kutuplar arasına hapsedip, züccaciye dükkanındaki fil misali etrafı kırıp döküyor.

        Vesayet virajını alırken

        Kutuplaşmanın doğurduğu olumsuzluk, geçenlerde iki Taraf gazetesi yazarı arasında yaşandı. Vesayet virajını alırken Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur gibi kararlı ve sivri dilli yazarların önemli bir rol oynadıklarına benim hiç şüphem yok; yani ben onun cesaretine, kararlılığına şapka çıkartırım. Ancak yeri geldiğinde dilindeki hoyratlığı da eleştiririm. Oğur yazdığı yazıda (14.02.2010) yine Taraf gazetesi yazarı olan Amberin Zaman’ı, -ismini vermeden ancak Zaman’ın yazdığı The Economist dergisine işaret ederek- özetle söylersem, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “entelektüel” olarak görülmesine katkıda bulunmakla suçluyor. Oysa Amberin Zaman’ın söylediği şey bambaşka. O aslında Başbuğ’un ordunun siyasete karışma bağımlılığından kurtulma sürecindeki olumlu rolünden söz ediyor. Ki son gözaltılara bakınca bunun çok da yanlış olmadığı anlaşılıyor. Amberin Zaman’ın, Oğur’a cevap olarak yazdığı yazı ise (19.02.2010) benim şahsen özlediğim bir şıklık ve incelik örneğiydi. Gerçek şu ki, girdiğimiz viraj çok sert. İncelik virajdan çark etmek değildir, aksine virajda savrulup yolu kaybetmeyi önlemeye yarar.

        Şüphesiz, son birkaç yılda yaşadıklarımız hâlâ vesayet altında ve “zanlı” olarak görülen bir siyasal yapı içinde bulunduğumuza işaret ediyor. Öncelikle, Genelkurmay’ın 27 Nisan 2007’de web sitesinde yayımlanan muhtıra... (Yaşar Büyükanıt ne derse desin, askerin siyasete müdahale geleneği olan bir ülkede o metne muhtıra denir). Daha sonra Anayasa Mahkemesi’nin tartışmalı kararları, siyasetin tepesinde bir Demokles kılıcı gibi sallanan parti kapatma tehditleri, kapatma davaları, DTP örneğinde olduğu gibi kapatmalar, kapatmalara bulunan anlamsız kılıflar... Ayrıca, topraktan fışkıran silahlar, faili meçhuller, darbe ortamı yaratmaya yönelik planlar... Bütün bunların yaşandığı bir Türkiye’de elbette ki siyasetin yani parlamentonun, siyasal partilerin yaşam alanını savunmak gerekir.

        Siyaset, demokratik bir yapının olmazsa olmazıdır. Ancak siyaseti savunurken, AKP’nin yanlışlarına göz yummak zorunda değiliz. Sosyal adalet konularını es geçmek, tersanelerdeki ölümleri gündemin arka sıralarına koymak demokratlıkla bağdaşmaz. Sevgili demokrat arkadaşlarım, biliyorum bize yıllardır liboş deyip duruyorlar ama hani biz demokrattık? Demokratlar işsizlik, kadına yönelik şiddet, adil olmayan gözaltı süreleri gibi konulara karşı duyarsız olamaz. Bunu herhalde biliyorsunuz. Ya da biliyorsunuz değil mi?

        Hrant Dink’i bizden ayıran silahlı ellerin arkasındaki karanlık beyinleri, ortaya çıkarmak konusunda kararlı olmayan bir siyasal iktidarı, eleştirmemek nasıl mümkün olur? Ben, açılımın orta yerinde DTP’nin kapatılmasını eleştirmeyi beceremeyen bir AKP’nin siyaseti ne kadar savunduğundan emin olamıyorum. DTP’lilerin elleri kelepçeli görüntüsünü aklımdan silemiyorum. Eşcinselleri “sapık” olarak gören bir zihniyetin yanında yer almayı içime sindiremiyorum. Bugün, Türkiye’nin demokrat çizgisini yaşanan kutuplaşmanın girdabından kurtarmaya çalışmanın tarihsel bir önemi var.

        Demokratlık, alay ve küçümseme ile bağdaşmaz. Farklı sesleri dinlemeyi bilmek gerek. Askeri vesayet ile mücadeleyi ille de erkeksi, “espri”siz ve banal bir dille yapmak zorunda değiliz. Dinlemeye vurgu yapan Sibel Eraslan, Ayşe Böhürler, Nihal Bengisu Karaca, Amberin Zaman gibi yazarlar ya da Balçiçek Pamir gibi farklı bir tartışma adabını geliştirmeye çalışan televizyon programcıları, demokrat dili zenginleştiriyor. Bence bir yandan siyaseti savunurken, bir yandan da onlara kulak vermenin, demokratlığa kadınsı ve ince bir ayar yapmanın zamanıdır. Vesayet virajını alırken bu seslerin katkısına çok ihtiyacımız var.

        AYŞE KADIOĞLU / RADİKAL

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa