Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem ABD'nin darbeler tarihi

        Bu dizinin amacı ne birtakım komplo teorilerini beslemek ne de herhangi bir ithamda bulunmak. Evet, ABD yönetimlerinin yüzyılın başından bu yana yabancı devletlerde kendine tehdit olarak gördüğü hükümetleri düşürme alışkanlığı var. En baştan söylenmeli ki darbecilik Amerikan devletinin her kademesinde benimsenmemiş; genelde yönetimde söz sahibi belli çıkar gruplarınca destek görmüş, sayısız diplomat ve devlet adamı bu girişimlere karşı çıkmış, istifa etmiş ve protestoda bulunmuşlardır.

        Darbe girişimlerinin çoğunun son derece büyük bir gizlilik içinde, devlet kademesinin büyük çoğunluğu, halkın ise tamamının bilgisinden uzak yürütüldüğü de malum. Ancak ABD tarihi boyunca belli yönetimlerin etkili isimleri çeşitli sebeplerle darbe yapılmasına yeşil ışık yakmışlardır. Dünyada ABD’nin darbeler tarihini en iyi şekilde belgelemiş isimlerden New York Times yazarı Stephen Kinzer, ABD’nin yaklaşık bir yüzyıl boyunca 14 yabancı hükümeti başarılı şekilde devirdiğini belirtiyor.

        1893’te Hawaii Kraliçesi’nin devrilmesiyle başlayan darbeler tarihi, 2003’te Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle ‘şimdilik’ son bulmuş durumda. Biz bu dizide emri bizzat ABD Başkanları tarafından verilmiş ancak açıkça bir savaş veya işgal şeklinde değil, büyük bir gizlilik içinde yürütülen, darbenin ABD’den değil lokal unsurlar tarafından yapıldığı izlenimi verilmeye çalışılan 3 CIA darbesini inceleyeceğiz. Kinzer’ın kitaplarından, üzerindeki gizlilik kararları kalkmış CIA iç yazışmalarından ve çeşitli diğer kaynaklardan derlediğim bilgiler ışığında İran, Şili ve Guatemala’da hükümetleri deviren, kısa vadede ABD çıkarlarına hizmet etmiş gibi görünse de ülkeleri yıllar sürecek felaketlere sürükleyen darbelerin hikâyelerinde yolculuğa çıkacağız.

        ABD kökenli çokuluslu şirketlerin avukatlığınıyaparak ünlenen John Foster Dulles, 2. Dünya Savaşı’nın efsane generali Eisenhower’ın ABD’de seçimleri kazanarak başkan olmasıyla 1952 yılında dışişleri bakanlığı koltuğuna oturur. ABD ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş başlamıştır, Washington komünizmi ulusal çıkarlarına karşı en büyük tehdit olarak görmektedir.

        Dulles en büyük hedefini Sovyet etkisine girmiş ülkeleri ‘özgürleştirmek’ olarak belirler. Bu ‘özgürleştirme kampanyasına’ nereden başlayacağını düşünürken, kendisini ziyarete gelen bir İngiliz diplomat cevabı getirmektedir. 1950’li yılların İngiliz sanayii, İran petrolüyle ayakta durmaktadır. İngiliz devletinin sahibi olduğu Anglo-Iranian Petrol Şirketi, yüzyılın başından beri İran petrolünü çıkarma, rafine etme ve satma konusunda tekel konumundadır.

        Bu müthiş imtiyazın karşılığında kârının sadece yüzde 16’sını İran devletine taahhüt etmiştir ancak bunu da tam olarak ödememektedir. Örneğin 1948 yılında 62 milyon sterlin kâr eden şirket, İngiliz hükümetine 28 milyon sterlin vergi öderken, İran sadece 1.4 milyon sterlin alabilmiştir. Dünyadaki milliyetçi rüzgârlar birçok idealist siyasetçiyi ülkelerinin tepesine taşırken, İran da istisna olmamıştı.

        1951 yılında Muhammed Musaddık başbakan seçilmişti. En büyük hedefi bu şirketi kapatmak ve İran’ın petrol gelirini İran için harcamaktı. İkinci hedefi ise daha fazla demokrasiydi, yani meclisin yetkilerini artırıp İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’ninkileri azaltmak.

        İNGİLTERE’DEN DARBE ‘RİCA’SI

        1951 yılının ilkbahar aylarında yapılan oylamada, İran parlamentosu oybirliğiyle ülkenin petrol sektörünü millileştirme kararı aldı. Musaddık, İngilizlerin kendi çelik ve kömür sektörlerini de kısa süre önce millileştirdiklerini söylüyor, aynı onlar gibi kendi ülkesinin kaynaklarını kendi halkı için kullanmak istediğini anlatıyordu. Ancak İngiltere kendi standartlarını yabancı ülkelerde de görmek konusunda pek istekli sayılmazdı. Musaddık’ı devirmeye karar verdiler.

        Darbe girişimine hazırlanırlarken, Musaddık’ın bunu öğrenmesiyle 1952 yılında ülkedeki İngiltere Büyükelçiliği kapatıldı ve tüm memurları ülkeden yollandı. Buna darbe sürecini yönetecek diplomat görünümlü ajanlar da dahildi. O yıllardaki ABD Başkanı Demokrat Harry Truman, İngilizlere yardım etmeye kesinlikle yanaşmıyordu. İngilizlerin elinde başka bir seçenek kalmamıştı. Ancak yeni başkan Eisenhower ve Dışişleri Bakanı Dulles denklemi değiştirebilirdi.

        Dulles’i ziyarete giden bir İngiliz istihbaratçı, Musaddık’ın devrilmesinin öneminden bahsetti. Bunu yaparken İngiltere’nin petrole erişimini kaybetmesini gerekçe olarak gösteremezdi tabii. Musaddık’ın İran’ı komünizme doğru götürdüğünü, komünist bir parti olan Tudeh’le işbirliği içinde olduğunu iddia etti.

        Bu iddiaların gülünçlüğü başta ABD’nin Tahran Büyükelçisi olmak üzere herkes tarafından dile getirilse de amansız bir komünizm düşmanı olan Dulles, ‘tehlikeyi’ fark etmişti. İngilizlerin yardım isteğini kabul etti. Bu, genç bir istihbarat servisi olan CIA’nın ilk ‘darbe’ deneyimi olacaktı, ancak Dulles kurumu iknada başarılı olacağından emindi. Çünkü başına kardeşi Allen gelmişti.

        PLAN UYGULAMAYA KONULUYOR

        Kinzer’a göre, plana sıcak bakmayan Başkan Eisenhower’ı, Musaddık komünist olmasa bile başka biri tarafından devrilmesi durumunda komunistlerin gücü ele geçireceğini, tüm Ortadoğu ülkelerinin de İran’ın ardından domino taşı gibi komünizmin ağına düşeceklerini, dünyadaki bilinen petrol rezervlerinin yüzde 60’ının komünistlerin eline geçmesi tehlikesiyle karşı karşıya olunduğunu anlatarak ikna ettiler. Kinzer, darbe planının ana fikrinin İran halkını Başbakan Musaddık’a karşı kışkırtmak olduğunu belirtiyor.

        Çeşitli gazetecilere, dini kanaat önderlerine ve halka mal olmuş figürlere yüklü rüşvetler ödenerek Musaddık hükümetine karşı halkta tepki oluşturmalarını sağlayacaklardı. Maaşa bağladıkları çetelere, İran’ın önemli isimlerine karşı saldırılar düzenletecek ve bunların emrini Musaddık’ın verdiği söylentisini yayacaklardı. Darbenin lideri olarak seçtikleri emekli general Fazlullah Zahedi’ye ve ‘satın alınabilecek’ İranlı parlamenterlere verilecek rüşvetler için CIA bir fon oluşturdu.

        Darbe günü parlamentonun önünde gösteri yapmaları için birkaç bin kişi kiralanacak, protestocular Musaddık’ın görevden alınmasını talep edeceklerdi. Parlamento da bu plana destek çıkacak, hukuken tartışmalı bir güvenoylamasına gidilecek, Musaddık oylama sonucuna direnirse General Zahedi’ye sadık askerler tarafından tutuklanacaktı.

        Kinzer’a göre ABD yönetimindeki birçok isim plana karşı çıktı. CIA Tahran İstasyon Şefi planı protesto ederek görevinden istifa etti. Dışişleri bakanlığındaki hiçbir İran uzmanına danışılmadı. Musaddık’ın “sosyalizm veya komünizmle ilgisi olmayan bir lider” olduğuna dair raporlar tamamen göz ardı ediliyordu.

        RÜŞVET, YALAN VE KARA PROPAGANDA

        Eski başkanlardan Theodore Roosevelt’in torunu olan, CIA’in Harvard mezunu Ortadoğu uzmanı Kermit Roosevelt, darbe girişimini yönetmek üzere görevlendirilmişti. Yüklü miktarda para dağıtarak çok sayıda İranlı ajanı ‘satın almayı’ başardı. Yapay bir Musaddık karşıtı protesto dalgası yaratmıştı. Satın alınan parlamenterler Musaddık’a karşı suçlamalar yöneltirken, maaşa bağlanmış dini liderler ise Musaddık’ın ‘ateist’ olduğunu, bir ‘kâfir’ tarafından yönetildiklerini, kökeninde Yahudilik olduğuna dair kara propagandaya başladı.

        Gazetelerde akıl almaz hakaretlerle dolu yazılar yayınlanıyordu. CIA’in İran Parlamentosu’ndan devşirdiği milletvekillerinin de planın bir parçası olduğunu gören Musaddık, hamlesini yaptı. Referanduma giderek halktan parlamentoyu feshetme ve ülkeyi yeni bir seçime götürme yetkisi aldı. CIA’in ilk planı devre dışı kalmıştı.

        Roosevelt, Şah Pehlevi’den Musaddık’ı görevinden alarak yerine General Fazlullah Zahedi’yi başbakan olarak atadığına dair bir ferman istemeye karar verdi. Bu da İran hukukuna aykırıydı çünkü bu yetki sadece parlamentoya aitti. Plan, fermanı Musaddık’a ileten askerlerin, direnmesi durumunda kendisini tutuklamasıydı. Şah PehleviMusaddık’tan hoşlanmasa da yabancı bir darbenin parçası olmak istemiyordu. Tahtından olabileceğinden korkuyordu.

        Uzun süren ikna çalışmaları sonucunda ABD ve İngiltere’nin tüm güçleriyle darbenin arkasında oldukları ve fermanı imzalamaktan başka çaresinin olmadığını düşünerek imzalamaya karar verdi. Ancak bir şartı vardı, imzaları atar atmaz Hazar Denizi kıyısındaki yazlık evine gidecek, darbe planında herhangi bir sorun çıkarsa yurtdışına kaçacaktı.

        ‘YAŞASIN MUSADDIK, YAŞASIN KOMÜNİZM!’

        14 Ağustos 1953 akşamı Şah’ın imzaladığı fermanı alan kraliyet koruma ekibi komutanı, bir grup askerle birlikte Musaddık’ın konutuna giderek kendisini acilen görmesi gerektiğini söyledi. Ancak Musaddık planı tam zamanında öğrenmişti. Komutan, başbakanın korumalarınca tutuklandı. Bunu duyan Şah, eşiyle beraber Roma’ya kaçtı. Ancak dönüşü pek uzun sürmeyecekti.

        Roosevelt’in İranlı ajanlarla kurduğu bağlantılar meyvelerini vermekte gecikmedi. Sokaklara çıkarılan çeteler Tahran’da terör estirmeye başladı. Dükkânlar yağmalandı, sokaktaki vatandaşlar linç edildi, camilere bile ateş açıldı. Tabii başkenti terörize eden çeteler, şu sahte sloganı da ağızlarından düşürmüyordu: “Yaşasın Musaddık, yaşasın komünizm!” Karşılarına Şah’a bağlılık yemini eden çeteler çıkınca, olaylar bir iç savaş görüntüsüne bürünmeye başladı.

        19 Ağustos 1953 günü, kaos zirveye ulaştı. Roosevelt’in maaşa bağladığı asker ve polis birlikleri, dışişleri bakanlığı, emniyet müdürlüğü ve genelkurmay başkanlığını bastı. Sokaklarda Musaddık istifaya çağrılırken, Roosevelt, General Zahedi’yi saklandığı yerden almaya gitti. Zahedi artık başbakan olmaya hazırdı! Taraftarlarıyla beraber Tahran Radyosu’na giderek “Şah’ın emriyle artık yeni başbakanın kendisi olduğunu” ilan etti.

        DARBE SONRASI

        1953 yılında tekrar ülkenin başına gelen Şah, İran’ı 1979 yılındaki İslami devrime kadar demir yumrukla yönetti, dini özgürlükleri kısıtladı ve her türlü muhalefeti bastırdı. Binlerce muhalif öldürüldü. Güvenlik güçlerinin keyfi ve acımasız müdahaleleri sebebiyle halkın ciddi bir kısmı kendisine karşı bilendi.

        Şah’ın gelişi ilk başlarda ABD çıkarlarına uygun görünse de 1979’daki İran İslami devriminin tohumlarının atılmasına ve ABD’ye karşı çok daha tepkili bir Ortadoğu’nun doğmasına sebep oldu. 11 Eylül de dahil olmak üzere birçok terör saldırısının, radikal İslam’ın yayılmasının önemli nedenlerden birinin, Musaddık’ın devrilmesiyle ortaya çıkan ABD karşıtlığı ve Şah’ın geri gelişiyle bastırılan ve yeraltına itilen muhalefetin gittikçe radikalleşmesi olduğu söylenebilir.

        Muhammed Musaddık, 1952 yılında Time Dergisi tarafından ‘yılın insanı’ seçildi. Dergide, İran petrolünün kullanım hakkının İranlılara dönmesi konusunda “İran halkının Musaddık’ın intihar gibi politikasını benimsemeleri, Batı’dan ne kadar nefret ettiklerinin göstergesidir” ifadesi kullanılıyor.

        YARIN:BİR MEYVE ŞİRKETİ NASIL DARBE YAPTIRIR? GUATEMALA VE MUZUN LANETİ... KİLİSE DESTEKLİ DARBE

        ANIL EMRE/GAZETE HABERTÜRK

        aemre@haberturk.com

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa